Menziller, Burçlar ve Unsurlar Feleklerinin Sırları |
Yayımlama Tarihi : 25.01.2016 |
En yüksek felek, Ay feleğine oranla 9. felek olan Atlas feleğidir. Buna Felekler Feleği ve Menziller feleği de denir. Bu felek yıldızlardan arınmıştır. . Bütün yer ve gök cisimlerini çevrelemiş olmakla cisimler alemi onda son bulmuştur. Bu felek, alemin merkezi etrafında doğudan batıya hızlı hareketiyle altında bulunan feleklerin tümünü döndürüp 24 saatte bir devrini (dönüşünü) tamamlar. Bu feleğin kendi mıntıkası içindeki hareketi çok hızlıdır. Bu feleğin büyüklüğünün miktarını bilmekte ve genişliğinin ölçüsünü tespit etmekte aciz kalınmıştır.
Atlas feleğinin altında burçlar feleği vardır. Bu feleğe sabitler feleği de adı verilir. Burçlar feleğinde yıldızlar mevcuttur. Bu felek 12 eşit parçaya ayrılmış olup her bir parça burçların tasvirleriyle dokunmuştur. Burçlar feleğindeki yıldızlar sabit yıldızlar denir. Çünkü bu yıldızların birbirlerine olan uzaklıklarının miktarı daima aynı kalır. Diğer feleklerdeki yıldızlar bazen birbirine yaklaşmakta bazen uzaklaşmaktadır. Bu nedenle bu yıldızlara gezegen adı verilir. Burçlar feleği genel hareket ettirici olan feleklerin feleği ile alemin merkezi etrafında doğudan batıya doğru hareket eder ve tam 24 saatte bir devrini tamamlar. Bu felek ayrıca kendi zati hareketiyle kendi mıntıkası üzerinde batıdan doğuya doğru çok yavaş döner. Bu yavaş hareketiyle altında bulunan sabit yıldızların hepsini alıp o tarafa gider ve 70 güneş senesinde kendi mıntıkasında ancak bir derece gidebilir. Böylece 30x70 = 2100 senede bir burcu geçer. 2100x12 = 25200 senede bir dönüşünü tamamlar.
Unsurlar feleği Ay feleğinin altında 4 ayrı felekten oluşur. Bunlar sırasıyla ateş yuvarlağı, onun altında hava yuvarlağı, onun altında su yuvarlağı, onun dibinde de toprak yuvarlağı vardır. Allah Teâlâ’nın emriyle felekler ve yıldızların dönüp hareket etmesiyle bu dört unsur birbirine karışır ve birleşir. Bu karışım ve birleşimden önce madenler, sonra bitkiler ve sonra da hayvanlar ortaya çıkmıştır. Bütün feleklerin, dört ana unsurun (ateş, hava, su, toprak) ve üç birleşik cismin (maden, bitki, hayvan) özetlerinin sonucu insan bedenidir.
Alimler 12 burcu ,7 gezegeni ve dört unsuru muhtelif tabiatta görmüşlerdir. Bunlardan her üç burcu bir tabiatta saymış ve bu sebepten onlara üçgen burçlar demişlerdir. Bunlardan (Hamel, Esed, Kavs) a ateş üçgeni derler. Bunların her birinin tabiatı sıcaklık ve kuruluktur. (Sevr, Sünbüle, Cedi) ye toprak üçgeni derler. Bunlarının her birinin tabiatı soğukluk ve kuruluktur. (Cevza, Mizan, Delv) de hava üçgenidir ki, bunların tabiatı sıcaklık ve nemliliktir. (Seratan, Akrep, Hût) su üçgenidir. Tabiatları nemlilik ve soğukluktur. Bu üçgenlere sırasıyla ateş, toprak, hava ve su burcu derler. Bu yapı bütün alemin yaratılışında önemli bir yer tutmaktadır. Bu hususlar aşağıda anlatılacaktır.
Alemin ortaya çıkışı
Var olan her varlık temelde bir İlahi hakikate dayanır. Aynı şekilde bilinen her bilgi de İlahi bilgide mündemiçtir (içkindir). Bütün bilimler İlahi bilgiden çıkmıştır. İlimler dört mertebeden ibarettir. Her mertebenin kendine göre alt mertebeleri vardır. Bu dört çeşit ilim mantık, matematik, doğa ve İlahi ilimlerdir.
Alem, İlahi hakikatlere ait olan dört sıfattan ortaya çıkmıştır. Bu sıfatlar hayat, ilim, irade ve kudrettir. Bu dört sıfat varlığı zorunlu olan Allah Teâlâ’nın sıfatlarıdır. Bu sıfatların asıl olanı hayattır. Çünkü hayat olmadan diğer sıfatların olması muhaldir. Dolayısıyla diğer sıfatlar onun altında bulunurlar.
İlahi sıfatların ayrışmasıyla alem, etkin ve edilgen olarak ortaya çıkmıştır. Alem, Allah’a nispetle edilgen ve yaratılmıştır. Alemin kendisine olan nispeti ise etkin ve edilgen oluşudur. Çünkü alemde hem sebepler hem de sonuçlar bulunmaktadır.
Allah Teâlâ, İlk Akılı hayat sıfatından yaratmıştır. Daha sonra Nefsi bilgi sıfatından var etmiştir. Bu tespite göre, hayat bilginin var oluşunda şart olduğu gibi, akıl da nefsin var oluşunda şart olmuştur. Akıl ve nefs’ten Hebâ ve Tümel Cisim yaratılmıştır. İşte bu dört unsur, yani akıl, nefs, hebâ ve tümel cisim, suretler dediğimiz alemdeki eşyanın ortaya çıkmasına sebep olmuşlardır, dolayısıyla onların aslıdırlar.
Tabiat Mertebesi ve Dört Hakikat
Nefs ve Hebâ arasında doğa mertebesi bulunur. Doğa dört hakikate dayanır. Bunlar sıcaklık, soğukluk, kuruluk ve yaşlıktır. Kuruluk sıcaklıktan, yaşlık ise soğukluktan çıkmıştır. Sıcaklık akıldan, akıl ise hayat sıfatından meydana gelmiştir. Bu nedenle hayat sıfatının, unsurlardan (ateş, hava, su, toprak) oluşmuş cisimlerdeki etkisi sıcaklıktır. Bunu bugünkü fizik bilgilerimizle şöyle de anlayabiliriz. Sıcaklık maddenin sahip olduğu enerji ile ilgilidir. Maddeyi oluşturan atomların titreşim enerjileri onun sıcaklığının artması ile artar, azalması ile azalır. Ayrıca maddenin atomlarının titreşim enerjileri mutlak sıcaklığa, yani -273oC’a yaklaştığında çok azalır. Bu gün için mutlak sıcaklık tam olarak elde edilebilmiş değildir. Sıcaklık hayat sıfatının bir sonucu olması dolayısıyla, tam mutlak sıcaklıkta, yani tam - 273oC’da maddenin hayatının son bulacağı, bir bakıma maddenin yokluk alemine geri döneceği beklenebilir. Bütün eşyalar, hayat sıfatının etki etmesi sonucu canlıdırlar. Çünkü her maddenin bir sıcaklığı vardır. Sıcaklığı olmayan bir madde yoktur. Müspet bilimciler sıcaklığın bir hayat göstergesi olduğuna inanmayabilirler. Onlara göre sıcaklık ısı enerjisinin bir tezahürüdür. Fakat ısı enerjisinin mahiyeti nedir, bunun hakkında bir şey söylenmez. Enerjiler birbirlerine dönüşürler. Kabul edilen bir prensibe göre bir sistemin enerjisi toplamı sabittir. Enerjinin korunumu yasası ortaya konulmuştur. Fakat bu yasanın neden böyle olduğu cevaplanamamıştır.
Soğukluk nefsten, nefs ise bilgiden meydana gelmiştir. Bu nedenle bilgi, insan gönlünde yerleşince, inancın serinliği diye nitelenmiştir. Hz. Peygamber’in (sav) gönlünde parmakların serinliğini bulup öncekiler ve sonrakilerin bilgisini öğrendiğini belirttiği hadis buraya dayanır. Bu tespite, insanlarda günlük hayatlarında rastlamıştır. Şöyle ki, bir konu etrafında uzunca bir süre kafa yoran bir insan, sonuçta tatmin edici bir sonuca ulaşınca, gönlünde ulaştığı bilginin yerleşmesi ile bir serinlik hisseder ve rahatlar. Bu olay bilimsel araştırmalarla uğraşan insanlarda sıkça rastlanan bir şeydir.
Kuruluk ve yaşlık, sıcaklık ve soğukluğun edilgeni olunca, irade kuruluğu istemiştir. Çünkü kuruluk iradenin mertebesindedir. Kudret de kendi mertebesinde olan yaşlığı istemiştir. Kudret, özellikle var etmeyle ilgili olduğu için, ona en uygun şey hayat olmuştur. O ise, cisimlerdeki sıcaklık ve yaştır. Böylece suret ve şekiller, hebâda tümel cisimden ortaya çıkmış, henüz yer ve gök birbirinden ayrışmadan, yani birbirleriyle dürülmüş bir durumda olarak zuhur etmiştir. Allah Teâlâ, bu birbirleriyle dürülmüş vaziyette olan şeyleri ayırarak varlıkların birbirlerinden ayırt edilmelerini mümkün kılmıştır. Şeylerin varlığındaki asıl unsur Su’dur. Bunu Kuran-ı Kerim’deki şu ayetten anlıyoruz:
“O kafir olanlar, görmediler mi ki, göklerle yer bitişik bir halde iken biz onları ayırdık. Hayatı olan her şeyi sudan yarattık. Hâlâ inanmıyorlar mı?”(Enbiya suresi, ayet 30).
Bütün varlıklar canlıdır. Dolayısıyla bilinçli olarak Allah’ı tespih ederler.
Allah Teâlâ’nın bu dört özelliği karıştırması ile yeni şekiller elde edilmiştir. Sıcaklığın kuruluğa katılmasıyla, akledilen ateş ortaya çıkmıştır. Ateşin hükmü Arş cismi içinde üç yerde ortaya çıkmıştır. Arş cismi uzak felek ve tümel cisimden ibarettir. Birinci yere koç, ikinci yere aslan ve üçüncü yere yay adı verilmiştir. Soğukluğun kuruluğa katılmasıyla, bu ikisinin otoritesi arş feleğinde üç yerde ortaya çıkmıştır. Bu da yalın akledilebilir topraktır. Bu yerlerden birincisi boğa, ikincisi başak ve üçüncüsü ise oğlaktır. Sıcaklığın yaşlığa eklemekle yalın akledilebilir hava meydana gelmiştir. Havanın hükmü de, arş feleğinin üç yerinde zuhur etmiştir. Bunların birincisi ikizler, ikincisi terazi ve üçüncüsü de kova diye isimlendirilmiştir. Soğukluğun yaşlığa eklenmesiyle yalın akledilebilir su olmuştur. Suyun hükmü, arş feleğinin üç yerinde ortaya çıkmıştır. Bunların birincisine yengeç, ikincisine akrep ve üçüncüsüne balık denmiştir.
Burçlar feleğinin 12 ye bölünmesi yukarıda anlattıklarımız nedeniyledir. Bütün bunlar Allah Teâlâ’nın takdiridir. Allah, bu burçların yaratılış ve tertibini sağlamca yapıp döndürdüğünde varlık alemi dürülmüş olarak ortaya çıkmıştır. Allah sonradan onu parçalara ayırmak istemiş ve öylece yer ve göğü birbirinden ayırmıştır. Bu husus yukarıda zikrettiğimiz ayette ifade edilmektedir. Böylece gök, yüksek bir duman olarak ortaya çıkmıştır.
Bundan sonra yer ve gök arasında iki bileşik unsur meydana gelmiştir. Bunlardan birincisi bileşik sudur. Su soğuk ve yaştır. Dolayısıyla onun yükselme gücü yoktur. Bu nedenle yeryüzü suyu tutarak üzerinde bırakmıştır. Diğer unsur ise ateştir. Ateş gökteki esir küresinde kalmıştır. Çünkü ateş sıcak ve kurudur. Bu nedenle yere inmesi mümkün olmamıştır ve dolayısıyla gökte kalmıştır. Ateşi gökte tutan onun kuruluğudur. Ateş ve su unsuru arasında hava unsuru oluşmuştur. Hava unsuru sıcaklık ve yaşlılıktan oluşmuştur. Hava unsurun yaşlılığı onun ateş gibi olmasını engellemiş; sıcaklığı da onun yere inip suya karışmasını engellemiştir. Bu şekilde doğanın aslını oluşturan bu dört unsur, yani su, hava, ateş ve toprak açıklanmış oluyor.
Uzak feleğin dönmesiyle unsurların hakikatlerinin hükümleri gereği doğada bir çok şey ortaya çıkmıştır. Hüküm başak burcuna gelince, insan yaratılmıştır. Allah, insanı cisim olarak en düzgün ve en güzel bir biçimde (ahseni takvim) yaratmıştır. Keşfî bir tespite göre, insanın bu dünyada var olarak ve yönetici olarak kalabilmesi için unsur aleminde 7000 yıllık bir süre Allah tarafından yaratılmıştır. Dolayısıyla bu tespite göre insanın ilk yaratılışından kıyametin kopmasına kadar geçecek süre 7000 yıldır. Bu bir keşfî bilgidir. Ne kadar doğru olduğunu ancak Allah bilir. Başak burcuna ait sayı 7 dir. Bu nedenle sadakalara 7, 70, 700 kat sevap verilir. Bu sayı 7000, 70000 , 700000 ve sonsuza kadar gider. Fakat tamamı 7 sayısıyla ilgilidir. 7 sayısın ve insanın başak burcunda yaratılmasının hikmeti aşağıdaki ayetten anlaşılmaktadır:
“Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, bir tanenin durumu gibidir ki, yedi başak bitirmiş ve her başakta yüz tane var. Allah dilediğine daha da katlar. Allah’ın rahmeti geniştir. O, her şeyi bilir.” (Bakara suresi, ayet 261)
Başak devrinden sonra hüküm terazi devrine geçer. Bu devir kıyamet vaktidir. Bu devirde adalet terazileri ortaya koyulur ve kimseye zulüm edilmez. Kıyametin terazi devrinde kopacağının işaret eden ayet aşağıdadır:
“Biz kıyamet günü için doğru teraziler kurarız; hiçbir kimse hiçbir haksızlığa uğratılmaz. Yapılan amel, bir hardal tanesi ağırlığınca da olsa, onu getirir tartıya koyarız. Hesap görenler olarak ta biz kâfiyiz.” (Enbiya suresi, ayet 47)
İnsanların cennet ve cehenneme gitmeleri de ikizler burcuna ait devirdedir. Her grup kendi yerine yerleştirilir. Bu arada şefaatçiler, Allah’ın verdiği izinle, bazı insanları ateşten çıkararak cennete girmesine sebep olurlar. Bundan sonra ölüm, cennet ve cehennem arasında katledilir.
Cennet ehlinin hükmü, Allah’ın yakın feleğin hareketlerine yerleştirdiği ilahi emrin gereğine göre gerçekleşir ve cennetteki yaratılış bu emirlerin gereği olarak ortaya çıkar. Cehennem ehlinin hükmü ise, Allah’ın uzak feleğin hareketleri ve sabit yıldızlarla ışıkları sönmüş yıldızların yürüyüşüne yerleştirdiği ilahi emrin gereğine göre gerçekleşir. Işıkları sönmüş yıldızlar bugün kara delikler olarak bilinmektedir. Tasavvufa göre bu sönmüş yıldızlar, yani kara delikler de yedi katlı bir felekler sistemine göre hareket ederler. Bugünkü bilgilerimize göre kara deliklere giren şeyler bir daha çıkarı çıkamazlar. Buna paralel bir hükmü cehennem için de söyleyebiliriz. Kafir veya münafık olarak ölenler cehennem girecekler ve bir daha oradan çıkamayacaktır. Bu, kara deliklere yerleştirilen hükümlerim cehennemdeki hayatı da etkilediğinin açık bir göstergesidir. Buna göre, cehennemdeki hükümler cennetteki hükümlerden farklıdır. Cehennemin hükmü dünyanın hükmüne benzer. Saf azap olmadığı gibi saf nimette değildir. Bu husus aşağıdaki ayette açıklanmaktadır:
“Her kim Rabbine suçlu olarak varırsa, şüphesiz ki, ona cehennem vardır. Orada ne ölür, ne de dirilir.” (Taha suresi, ayet 74)
Bütün felekler, Burçlar feleğinin mümessil feleğinin dürtüsüyle, burçların feleği ile beraber hareket ederler. Dolayısıyla burçlardaki yıldızlara ve diğer feleklerdeki yıldızlara Allah Teâlâ’nın koyduğu hikmetler ve hükümler her an dünyada olan olayları etkiler. Bu etkileme, sekiz feleğin burçlar feleği ile beraberce yaptıkları doğudan batıya doğru hareketlerinin etkilerinin toplamının, yani bileşkesinin, dünya üzerine etki etmesidir. Bu etkilerin sonucu dünyadaki değişmeler ve olaylar ortaya çıkar. İnsanların davranışları ve kişilikleri etkilenir. Doğan çocukların karakterleri bu etkilerin altında şekillenir.
Bugün burçlarla ilgili Astrolojideki belirlenen özellikler, bu toplam etkinin bir ortalamasıdır. Bu etkilerin ne olduğu ve zamanla ne kadar değiştiğini bilmiyoruz. Bütün bunlar İlahi bilgi içinde gizlidir. Ancak, sırlar ilmine sahip olan bazı kişilerin keşif bilgileriyle bazı tespitler ortaya atılmıştır. Burçlar hakkındaki bu keşif bilgilerinin bazılarının doğru oldukları tecrübeyle anlaşılmıştır. Ancak bilemediğimiz diğer faktörlerin olması nedeniyle, ki bunlar İlahi ilimde mevcuttur, sonuçlar farklılaşabilmektedir. İslam inancına sahip olan insanlar olarak bizler, feleklerin hareketlerinin ve onların etkilerinin, Allah’ın ilim sıfatının etkisi ve Alim isminin buralarda etkili olmasıyla oluştuğuna inanıyoruz. Akıl ilimi sahipleri bu inanışlara ve tespitlere inanmayabilirler ve onları birer hurafe olarak yorumlayabilirler. Fakat daha önceki makalelerde açıkladığımız gibi, bu olayları akıl ve duyularla tam olarak anlaşılması olanak dışıdır. Bunlara aşağıda bazı örnekler verebiliriz:
► Belli bir burçta doğan insanların bazı karakterleri hakikaten ortak olup, o burç hakkında ifade edilen karakterlere uymaktadır. Örneğin Kova burcunda doğanlardan, dahi olan ve bilim adamı olan insanların sayısı diğer burçlara göre daha fazla olduğunu görülmektedir. Bunu akıl ve duyular yoluyla açıklamak nasıl mümkündür? Ancak kova burcunda doğanların hepsinin dahi olmadığı gerçeğini de biliyoruz. Bu yukarıda anlattığımız üzere, bizce bilinmeyen başka faktörlerin mevcut olmasından ileri gelmektedir. Fakat bizlerin tespitleri ancak ortalama değerler üzerindendir.
► Bugünkü müspet bilimciler, evrende ortaya çıkan ilk maddenin proton olduğunu, protonların yüksek ısı ve hızlarda çarpışarak diğer taneciklerin ortaya çıktığını ortaya atmaktadırlar. Sonradan bu tanecikler yüksek basınç ve ısıda bir araya gelerek elementler ve sonrada birleşik maddelerin oluştuğunu iddia ederler. Oysa İslam inancında evrende mevcut olan ilk madde sudur. Çünkü bir hadiste şöyle buyurulmaktadır:
“ Ebu Rezîn el-Ukeylî (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Ey Allah'ın Resûlü, dedim, mahlukatını yaratmazdan önce Rabbimiz nerede idi?" Bana şu cevabı verdi: "el-Amâ'da idi. Ne altında hava, ne de üstünde hava vardı. Arşını su üzerinde yarattı." Ahmed İbnu Hanbel dedi ki: “el-Amâ, yani "Allah'la birlikte başka bir şey yoktu" demektir." (Tirmizî, Tefsir, Hud (3108))
Bu hadise göre evrende hiçbir şey yokken su mevcut idi. Bu yukarıda müspet bilimcilerin iddialarına aykırıdır. Bununla beraber suyun parçalanmasıyla ortaya proton, nötron ve elektronlar çıkabilir. Ama müsbet bilimcilerin iddia ettiği, ilk önce proton vardı varsayımına ters düşer.
► Bugünkü müspet ilimde, dünyanın güneşten çok evvel kopmuş olduğu ve soğuyarak bugünkü halini aldığı iddia edilir. Aynı şekilde ay da dünyadan kopan bir parçadır. Halbuki bu İslam inancına göre yanlıştır. Çünkü İslam inancına göre önce yer ve gök birleşik olarak yaratılıyor. Sonra gök duman şeklinde ayrılıyor. Allah Teâlâ ayrılan gökten yedi kat göğü yaratıyor. Daha sonra dünyanın göğünde ayı, güneşi ve diğer yıldızları yaratarak yerleştiriyor.
Bunları akıl yoluyla anlamak mümkün değildir. Burada vahiy bilgilerine ihtiyaç vardır. Bununla beraber akıl ilimcileri de kendi görüşleri için bir yerde sadece zan ve inanç besliyorlar. Bu zanlarını deneyecek bugün için bir imkan yoktur. Onlar da bir takım sistemleri akıl ve gözlem yoluyla tespit ediyorlar. Ancak tespit ettikleri bu teorilerin ne kadar tam olarak mutlak gerçeği açıkladıkları belli değildir. Onlar biz doğmalara inanmayız diyorlar, ama kendi yarattıkları doğmalara doğrudur diye inanmak zorunda kalıyorlar. Biz kimseyi bu konuda kınamak ve eleştirmek istemiyoruz. Amacımız Müslüman dostlarımıza, bu konularda tasavvuf yoluyla, yani vahiy ve keşif yoluyla varılmış bulunan bilgileri aktarmaktır.
Yönetici Melekler
Allah Teâlâ feleklere bazı melekleri yönetim görevlisi olarak yerleştirmiştir. Bu sistemin nasıl olduğu ancak tasavvuf yoluyla anlaşılabilir. Bu konuyu İbn Arabî Hazretleri Fütûhât-ı Mekkiyye adlı eserinin 2. cildinde şu şekilde anlatılmaktadır:
“Allah, yaratılış alemi için on iki vali görevlendirmiştir. Onların yeri bize en uzak olan felekteki burçlardır. Uzak felek on iki parçaya ayrılmış ve her birine bu valilerin yerleşmesi için bir burç koymuştur. Her vali kendi burcunda bir tahtta oturur. Allah onlarla Levh-i Mahfuz arasındaki perdeyi kaldırmıştır. Böylece valiler, kıyamet gününe kadar yaratılış aleminde kendileri vasıtasıyla uygulanacak şeyleri okumuşlardır. Valiler bu bilgileri değişmez ve başkalaşmaz bir şekilde öğrenmişlerdir. Allah, bu valilere emirlerinin iletilmesi için hizmetçiler tayin etmiştir. Bu hizmetçiler için ikinci felekte içinde oturacakları menziller belirlemiştir. Bu menzillerin sayısı 28 tir. Bu menziller Yasin suresi, 39. Ayette ifade edilmektedir: “Ay için menziller takdir ettik”.
Allah Teâlâ, bu valilere kendileri için yedi göklerde vekiller ve naipler edinmelerini emretmiştir. Her gökte bir vekil vardır. Vekil, bu valilerin kendisine aktardığı ve emrettiği şekilde, unsurlar aleminin maslahatlarını gözeten teşrifatçıya benzer. Bu durum “Her göğe emrini vahyetmiştir” (Fussilet suresi, ayet 12) ayetinde belirtilir. Allah, bu göklerdeki yıldızların cisimlerini aydınlık cisimler yapmış, onlara ruhlarını üflemiş ve yedi göğe yerleştirmiştir. Her gökte onlardan biri bulunur. Onlara şöyle der: “Sizi, bu on iki valinin yanında bulunanları, yirmi sekiz tane olan teşrifatçılar vasıtasıyla ortaya çıkarmanız için yarattım.”
Allah bu yedi nakipten her biri için, içinde yüzdüğü bir felek yaratmıştır. Nakip için felek süvari için at gibidir. Onlar bu feleklerde yüzerler. Bu vekiller alemdeki olaylarda tasarruf sahibidir. Onların da ayrıca çok sayıda yardımcı ve hizmetçileri vardır. Bu yardımcı ve hizmetçilerinde felekler diye isimlendirilen binekleri vardır. Onlar sayesinde felekler dünya üzerinde dönerler. Yerin ve göklerin mülkünden hiçbir şeyi kaçırmazlar. Bütün bu valiler ve yardımcıları insanlara amade kılınmıştır. Çünkü alemin varlık sebebi biziz. Allah şöyle buyurur: “Göklerde ve yerlerdeki her şeyi size amade kıldı.” (Casiye suresi, ayet 13)
Bu nedenle Allah, felekleri her gün üzerimizde bir dönüş yapacak şekilde yarattı. Bunun gayesi, valilerin yaratıkların ihtiyaçlarının isteklerine bakmalarını sağlamaktır. Böylelikle eksiği ve gediği onarırlar. Onlar, emreden değil, irade eden olması yönünden Allah’ın hükümlerini yaratıklarda uygularlar. Söz konusu olan bu hükümler kaza ve kader olarak isimlendirilir. Küçük-büyük her şey, Korunmuş Levha’da (Levh-i Mahfuz) yazılmıştır ve orada bulunan her şey gerçekleşir. Valiler, alemde ancak o Levha’daki şeyleri uygularlar. Bununla beraber Allah Teâlâ alemde olup biteni daima gözetir. “Allah her şeyi gözetendir.” (Ahzab suresi, ayet 52).”
Sıradan insanlar, feleklerdeki meleklerin sadece menzillerini görürken seçkinler, menzillerinde bizzat kendilerini görürler. Nitekim sıradan insanlar yıldızların cisimlerini görür. Buna mukabil teşrifatçıların ve vekillerinin varlığını ise göremezler.
Yer yüzündeki görevliler
Allah Teâlâ, yeryüzü üzerinde de, gökteki yönetici meleklere benzer şekilde bir topluluk yaratmıştır. Onların içinde peygamberler, halifeler, valiler, sultanlar ve dünya işlerini idare eden idareciler vardır. Allah, yeryüzündeki yönetici olan bu kimselerin ruhlarıyla feleklerdeki yönetici melekler arasına bir takım ilişkiler ve ince bağlar yerleştirmiştir. Bu bağlar kuşkulardan temizlenmiş ve eksikliklerden arınmıştır. Yeryüzündeki yöneticilerin ruhları, kabiliyetlerine göre, göklerdeki meleklerden gelen yardımı kabul ederler. Kabiliyeti güçlü ve güzel olan kimse, yönetici meleklerden gelen emri gerçek suretine göre temiz ve temizleyici olarak kabul eder. Bu şekilde, adaletli bir yönetici ve erdemli bir önder olur. Kabiliyeti çirkin olan yönetici ise, meleklerden gelen o temiz emri kabul eder ve onu kendi çirkin ve kötü şekline döndürür. Böylelikle, zalim bir yönetici olduğu gibi haksızlığın ve cimriliğin vekili haline gelir. Öyleyse herkes kendisini kınamalıdır. Çünkü insanın kazandığı kendi eliyle yaptığıdır. Allah kimseye zulmetmez.
Sonuç Bu makalede anlatılanlar tamamen tasavvufun vahiy ve keşif bilgilerine dayandırılmıştır. Tasavvufa inanmayanlar için bu anlatılanlar tuhaf gelebilir. Fakat mutlak gerçek hiçbir zaman yalnız akıl ve duyularla bilinemez. Mutlak gerçeğin bilinebilmesi için vahiy ve keşif bilgilerine ihtiyaç vardır. Keşif bilgilerinin Kuran ve sahih hadislerle çelişmemesi gerekir. Yukarıda anlatılan keşif bilgileri için böyle bir çelişki söz konusu değildir. Yukarıda anlatılan evrenin yaratılışı ve çalışma sisteminin tablosu insanı hayretler içinde bırakır. Bütün bunlar, Allah Teâlâ’nın ilmi ve kudretinin ne kadar muazzam olduğunun göstergeleridir. Bütün Müslümanların, Allah’ın bu muazzam kudretini anlayabilmelerini ve buna kalpten iman etmelerini niyaz ederiz. Her şey Allah’tandır ve Allah’ın ilmi her şeyi kuşatmıştır.
Faydalanılan eserler: “İbrahim Hakkı Hz. Divanı”, Erzurumlu İbrahim Hakkı, Hasankale, 1974 “Fîhî Mâfi”, Mevlânâ, Devlet Kitapları, İstanbul, 1974 “Fusûs ül-Hikem”, İbn Arabî, İstanbul Kitapevi, 1981 “Fütûhât-ı Mekkiyye”, İbn Arabî, Litera Yayıncılık, 2008 “Marifetname”, Erzurumlu İbrahim Hakkı, Hasankale, 1980 “Mektûbât-ı Rabbânî”, İmam Rabbânî, Yasin Yayınevi, İstanbul, 2008 “Mesnevi”, Mevlânâ, Kırkambar Kitaplığı, İstanbul, 2013
Yorum ve eleştirileriniz için : yorum@ilimvetasavvuf.com
|