Günümüzde en çok tartışılan konuların başında hadis inkarcılığı gelmektedir Bu konuyla ilgili zihinleri bulandıran birçok iddia ve soru ortaya atılmaktadır. Bunların amacı hadisin güvenilir olmadığı konusunda şüpheler uyandırmak ve hadisleri itibarsızlaştırarak dışlanmasını temin etmektir. Bu günümüzün en büyük fitnesidir. Sünnet düşmanlığı İslam’ı tahrif etmek ve bozmak için yapılmaktadır. Oysa İslam'ı sünnetten ayrı düşünmek imkansızdır Çünkü İslam sünnettir, sünnet de İslam'dır. Hadis karşıtlığı bu bakımdan İslam’a karşı gelmektir. Çünkü İslami hükümlerin yüzde sekseni sünnete dayanmaktadır.

Sünnet, Kuran'ın açılımıdır ve İslam'ın pratiğe yansımış şeklidir. Bu nedenle Peygamberimize (sav) yaşayan Kuran, yürüyen Kuran, canlı Kuran denmiştir. Eğer sünnet olmasaydı Kuran'ın bir kısmı hiç anlaşılmazdı.

Hadis karşıtlarına göre Kuran'da hiçbir sorun ve problem yoktur. Ama hadislerde büyük problemler vardır. Ancak dürüst ve fikir namuslu İslam alimleri bu itirazlarla ilgili birçok eserler telif etmişlerdir. Bu eserlere Müşkilu’l - Hadis denilmektedir. Bu konuda en eski ve en kapsamlı eserlerden biri Hanefi fakihi İmam Tahavi’nin hicri 3. yüzyılda yazdığı 16 ciltlik kitabı “Şerhu Müşkil’l-Asâr” dır.

“Kuran İslam’ı”  veya “Kurancılık Söylemi” günümüzde hadis inkarcılığı anlamına gelmektedir. Kuran İslam’ı söyleminin tarihi hiçbir dayanağı yoktur. Çünkü İslam tarihi boyunca hadisleri toptan reddeden ve İslam Kuran'dan ibarettir diyen hiçbir fırka olmamıştır. Kuran ve sünnet Müslümanlar için vazgeçilmez temel unsurlardır. Hz. Peygamber (sav)’in  sünneti ve İslam'ın temel hükümleri nesiller boyu tevatür (nakil) yoluyla nakledilmiştir.

Hadis ile ilgili olumsuz söylemler ileri sürenlerin hadis usulünden, hadis tarihinden, senet ve metin tenkidinden habersiz olduklarını, bu konularda yeterli  ilmi bilgilere sahip olmadıklarını görüyoruz. Bunların hemen hemen hepsinin branşının hadis olmaması tarihçi, edebiyatçı, felsefeci gibi branşlarda çalışmış olmaları dikkat çekicidir. Çünkü hadis ilmini bilenlerin sapıtmaları mümkün değildir.

 

“Hadissiz Kuran Müslümanlığı” Söyleminin Tutarsızlığı

Sömürgecilik amacıyla İslam dünyasını etkisi altına alan modernizm, Müslüman ülkelerde yeni fikirler ve düşünce akımları oluşmasına neden olmuştur. Bunun sonucunda İslam’ı yeniden yorumlama ve çağdaşlaştırmak gayretleri ortaya çıkmıştır. Bu durum “yeniden öze dönme”, “Kuran'a dönme” gibi söylemlerle ifade edilmiştir. “Kuran Müslümanlığı”, “Kuran merkezli İslam” gibi cazibeli sözlerle insanların zihinleri çelinmektedir. Aslında fitne fesat kaynağı olan bu sloganlar, maalesef bunları ilk duyanları etkileyebilmektedir. Ataların dini uydurmuş oldukları iddia edilerek İslam dini için Kuran’ı tek kaynak kabul edip sünnetin kaynak olduğunu reddetmişlerdir. Hatta daha da ileri giderek sünneti  ikinci kaynak olarak kabul etmek şirktir demişlerdir.

Herkes biliyor ki,  İslam dini salt Kuran'dan ibaret olmayıp,  İslam dini = Kuran + Sünnettir. Hadissiz Kuran Müslümanlığı söyleminin hiçbir ilmi dayanağı yoktur. Bu batının bir projesi olup, tamamen ideolojiktir.

Bugün moda haline gelmiş bir soru da “Kuran'da var mı? ifadesidir. Bunlar kasıtlı olarak sorulmaktadır. Oysa İslami bir meselenin Kuran'da yerinin olması şart değildir. Hiçbir zaman Kuran dışındaki konular önemsizdir denemez. Çünkü sünnetle belirlenen hususlar, İslam dünyasında Müslümanlar arasındaki birlikteliği sağlayan çok önemli fonksiyon icra etmektedir. Dolayısıyla hadisler Müslümanları birleştirici, kaynaştırıcı ve uzlaştırıcı özelliklere sahiptir.

Muhammed Gazali şöyle diyor: “Hz. Muhammed'in hayatı, Kuran'ın emir ve yönlendirmelerini bizzat tatbik etmekten ibarettir. İbadet, ahlak, cihat ve muamele hususunda o yeryüzünü değiştirip yepyeni bir medeniyet tesis eden canlı bir Kuran'dır. Eğer bu ameli ve kavli sünnet olmasaydı Kuran hayal aleminde sabit nazari felsefelere benzerdi.”

“Kuran’cı söylem”, Müslümanca bir hayatı metinden üretmeyi önerir. Bu iddia kesinlikle temelsiz ve isabetsizdir. Çünkü yalnız Kuran okumaları ile daha güzel bir Müslümanlık yaşanamaz. Çünkü Müslümanlık denen pratik tecrübe, vahyin nüzul süreci tamamlandıktan sonra tarihin hiçbir devrinde salt kitaptan/ metinden üretilmemiştir. Bilakis yaşayan sünnet ve gelenek sayesinde spontane bir biçimde öğrenilmiştir. Bu yaşayan sünnet nesilden nesile intikal ettirilmiştir. Hz. Peygamber (sav)  zamanında İslami hayat Kuran'dan üretilmişti. Ancak Kuran o zaman bir metin değil, Hz. Peygamberin (sav) söz ve davranışlarıyla somutlaşan bir keyfiyete sahipti.

İlk nesil Müslümanlar, İslami hayatı Peygamber'in rehberliğinde bizzat ondan görerek öğrendiler ve onun örnekliğini içselleştirdiler. Kendilerinden sonraki nesillere de bunu bir bilgi konusu olarak değil, yaşayan bir tecrübe ve hakikat olarak devrettiler. Bu bakımdan denebilir ki İslam, bilgi ve sözel tebliğin yanı sıra davranış ve örnek olabilme konusudur.

 

Hadis Karşıtlığının Tarihçesi

Hadis karşıtlığı ilk defa hicri ikinci yüzyılda ortaya çıkmıştır. Onlara karşı Şâfii gibi İslam alimleri mücadele etmiştir. Bu dönemdeki  hadis karşıtları arasında bidatçılar, Mutezile kelamcıları ve ehl-i sünnet dışı fırkaların olduğu bilinmektedir. Ancak bunlar çok büyük bir grup değildir. Bunlar sünneti ret ve inkar yanlısı küçük bir topluluktur. Bir süre sonra bunların sesleri kesilmiş ve eylemleri devam etmemiştir.

İslam dünyası on bir asır boyunca bu fitneden yana emniyette yaşamıştır. Ancak 19. yüzyılda Batılılar İslam ülkelerini işgal edince tekrar hadis inkarcılığı başlamıştır. Çünkü sömürgeci ülkeler İslam üzerine hakim olmak için ve Müslümanları parçalayarak emperyalist planlarının gerçekleşmesi için İslam'a aykırı olan birçok projeleri hayata geçirmiştir. Bunlardan biri de hadis inkarcılığıdır.   Misyonerler ve oryantalistler eliyle sünnete saldırılar yapılmış ve hadis rivayet edenlerin dürüst olmadıklarına dair şüpheler uyandırılmaya çalışılmıştır.

Hadis inkarcılığı fitnesi önce Irak'ta sonra Hindistan'da başlamıştır. Hindistan'daki bu hareketin başını çekenler Ahmet Han (ö.1898) ve Mevlevi Çerağ Ali (ö.1898) dir. Bu fitnenin doğmasının asıl nedeni, İslam düşüncesinin yabancı felsefe, medeniyet ve kültürlerle karşılaşınca, onların fikirlerini eleştirel açıdan incelemek yerine bu fikirlerin akla ve mantığa uygun kabul edilerek İslam’ı onların kalıbına dökmeye kalkışmalarıdır. Yakın zamanda Gulan Ahmet Perviz (ö.1985) hadis karşıtlığı savunucusu olmuştur. Ancak Hindistan'daki alimler bu kişinin irtidat (dinden çıkma) ettiğine karar vermiş ve 1000 kadar alim bunu teyid eden fetvayı imzalamıştır.

Hindistan'ın bu duruma düşmesi onun 1850 yıllarında İngilizlerin işgaline uğraması ile irtibatlıdır.  İngilizler İslam’ın temel inanışları ile oynayarak Hindistan Müslümanlarını saptırmaya kısmen başarılı olmuştur. Bu başarı oryantalistlerin Kuran'ı sorgulayıp üzerinde şüpheler uyandırabilmeleri ile mümkün olmuştur. İngilizler Hindistan'ı işgal ederek Allah Resulü'nün dini otoritesini doğrudan hedef almıştır. Sünnet karşıtlar bundan sonra hep o devirde üretilen delilleri kullanmışlardır. Onlara göre Peygamberin misyonu Kuran'ın tebliğinden sonra bitmiştir. Dolayısıyla sünnetin bugün için geçerliliği yoktur. Bugün de aynı delillerle sünnete ve hadislere hücum edilmektedir.

Hindistan'dan sonra hadis karşıtlığı  hareketi Mısır'da ortaya çıktı. Çünkü burası da 1882'de İngilizler tarafından işgal edilmişti. Hadis inkarcılığı hareketinin başında Tevfik Sıdkî (ö.1920) gelir. Onun “İslam Kuran'dan ibarettir” sloganı Müslümanları etkilemiştir. Abduh, Reşit Rıza ve Ahmet Emin bu harekete destek vermişlerdir. Onlara göre Kuran İslam dini için  tek kaynaktır ve hadisler ise tarihseldir. Mısır'daki hadis inkarcıları, Macar asıllı bir Yahudi olan oryantalist Goldziher’i  şeyh olarak kabul etmişlerdir. Onlar ilim ahlakına uymayarak rivayetlerin bazılarını çarpıtmışlar, uydurma hadisleri gündeme getirip aleyhte delil olarak kullanmışlardır. Bir rivayetin işlerine gelen kısmını alıp diğer kısımlarını göz ardı etmişlerdir.

Mısır'daki İslam alimlerinden Abdülcelil Çelebi, Goldziher hakkında şunları söylemektedir:  “Mısır'a gelen, Ezher’de okuyan ve Müslümanların sarığı ile dolaşan bu müsteşrik hücumlarıyla vahye ve risalete şüphe düşürmesi ve saldırısı zirveye ulaşmıştır.”

Ülkemizde de uzun süredir sistemli bir şekilde hadis karşıtlığı faaliyetleri sürdürülmektedir. 1970 yıllarından sonra Mealcilik akımı ortaya çıkmıştır. Bu konuda çok sayıda kitap ve makale yayınlanmıştır. Bu hareketlerin temel görüşleri şöyle sıralanabilir:

1) İslam'ın tek kaynağı Kuran'dır. Kuran dışındaki hiçbir şey İslam'da hüccet (delil) ve kaynak olamaz,

2) Sünnet dinde asli kaynak olarak görülmez,

3) Geleneksel İslam’dan kurtulmak gerekir.

Kuran’cılık söylemini en erken başlatan isim Yaşar Nuri Öztürk’tür. Bu şahıs “Kuran'daki İslam” adlı eserinde şöyle demektedir: “Dinin içeriğinin çerçevesini Kuran çizer. Bunun dışında hüküm kaynağı aramak aldanış, kabullenmekse şirktir.”  Ona göre Peygamberin sünnetinin bir kısmı şirktir. Örneğin namazın nasıl kılınacağı Kuran'da anlatılmaz, ama Peygamber onu insanlara göstermiştir. Namaz kılınma şekli Kuran'da olmadığına göre Yaşar Nuri Öztürk'e göre namaz kılma şekli şirktir. Bu insanlar bu fikirlerle ne derece İslam dairesi içindedirler. Peygambersiz bir İslam dini oluşturmak hedefi hiçbir zaman başarılı olamayacaktır.

Kuran'la yetinme fikri, sünnet ve İslam düşmanlığını yaratmaktadır. İslam düşmanlığına Kuran taraftarı olmak gerekçe ve vesile kılınmaktadır. Böylece  toplumdaki İslami potansiyel, batının sunduğu bilimsel görünümündeki düşman şablonuna uygun olarak sünnetsiz, yozlaşmış bir İslam anlayışına sürüklenmektedir.

İslam dini sünnet karşıtlığını kesinlikle reddeder. Çünkü Kuran'a muhalefet etmeyen bir insan sünnete de muhalefet edemez. Peygamber insanlar için iki emanet bırakmıştır: Kitap ve Sünnet. Dolayısıyla Müslümanlar tarih boyunca “Din  kitap ve sünnetten ibarettir” görüşünü ittifakla kabul etmiştir. Din sadece Kuran'dan ibaret olmadığı gibi sadece sünnetten de ibaret değildir. Peygamber için ben sadece Kuran'a uyarım şeklinde bir ayet yoktur.  Fakat vahye uyarım şeklinde gelen ayetler çoktur. Vahiy yalnız Kuran'dan ibaret olmayıp kutsi hadisler de Peygambere ilham edilmiştir.

 

Hadis Karşıtlarının Görüşleri ve Reddiyeler

1) Hadis karşıtları şöyle demektedirler: Akla uyan hadisler sağlamdır, akla uymayanlar sağlam değildir.

Bu görüş pozitivizmin ve rasyonalizmin egemen olduğu günümüzde, yeterli bilgi ve birikime sahip olmaksızın, gerekli inceleme ve araştırma yapmaksızın, hadisleri sırf kendi aklına aykırı düştüğü gerekçesiyle derhal reddetme nedeniyledir. Halbuki din olayı tamamen gayb ile ilgilidir. Dini olaylar müsbet ilimler de olduğu gibi laboratuvara sokarak test edilmezler. Kuran'da akılla açıklanamayan mucizeler vardır. Bunları akılla ve müspet ilimle izah etmek mümkün değildir.

Bunların amacı Kuran nasslarını batının ortaya attığı rasyonalist ve naturalist düşüncelerin normlarına uygun hale getirmektir. Bu nedenle de mucizeler reddedilmekte ve Kuran salt bir metin olarak kabul edilmektedir. Burada hadis inkârcılığın temelinde özellikle modernizmin etkisi ile dinin etki alanını daraltmak için sünneti reddetme fikri yatmaktadır. Mucizelerin sembolik olduğuna dair günümüzdeki fikirler, modern düşüncenin etkisiyle ortaya atılmıştır.

Batıdaki aydınlanma süreci akla çok farklı anlam yüklemiş ve akıl amaç haline getirilmiştir. Bu anlayış manevi olan her şeyi ortadan kaldırmış, seküler ve faydacı bir dünya görüşünün ortaya çıkmasına neden olmuştur. Modernizm, pozitivizm, rasyonalizm, kapitalizm, materyalizm, feminizm, sekülerizm gibi düşünce akımlarının etkisi altında dinin yorumlanması insanı bir çıkmaza sürükler. Çünkü maddeci bir akılla dinin ve manevi olguların açıklanması mümkün değildir. Batının aklı maddeciliğe dayandığı için bu akılla metafizik bir alan olan dini dizayn etmek dini tahrif etmektir. Aklı putlaştırmak doğru değildir.

İslam alimleri aklı göze, vahyi ışığa benzetmektedirler. Onlara göre ışık olmadan gözün görmesi mümkün değildir, akıl olmadan da vahyin anlaşılması mümkün değildir. Vahiy olmadan aklın her zaman doğruyu bulması mümkün değildir. Bu nedenle İslam düşüncesinde, aklın evrendeki varlık ve olguların bilgisini kuşatması eksik ve sınırlı olmaktadır. Çünkü akıl üzüntü, hastalık, şehvet, hırs gibi sağlıklı düşünmeyi engelleyen hususların etkisinde kalabilir. Dolayısıyla burada vahyin yönlendirmesine ihtiyaç vardır.

2) Sünnet karşıtları, sünnetin güvenilir olmadığını, hadislerin günümüze intikali konusunda şüpheler olduğunu ileri sürmektedirler.

Bu iddia tamamen geçersizdir. Çünkü hadis tarihi, hadis usulü bize hadislerin basit bir şekilde değil, senet yoluyla geldiğini söyler. Hadis bir metnin senet ile intikalidir. Ancak bir hadisin senedinin olması da yeterli değildir. Bu senetteki raviler incelenerek sıhhat dereceleri belirlenmektedir. Bunun sonucunda sahih, hasen, zayıf ve mevzu diye adlandırılan hadis çeşitleri ortaya çıkmaktadır. Bu incelemede ravilerin kişilikleri, biyografileri, olumlu ve olumsuz yönleri de göz önüne alınmaktadır.

Hadisler çok erken dönemlerde, bazı sahabe tarafından metin haline getirilmiş ve sonradan da kitap haline sokulmuştur. Hadislerin Peygamberin vefatından sonra yazılması ile birlikte ezberlenmiştir. Bu durum hadislerin devlet eliyle kitap haline getirilmesine kadar sürmüştür. Hadislerin devlet eliyle kitap haline getirilişi Halife Ömer Bin Abdülaziz tarafından, hicri 1. yüzyılın sonları ve hicri 2. yüzyılın  başlarında yapılmıştır.

Hadislerin belirlenmesinde, sahabenin insan olması nedeniyle hata ve unutkanlık gibi olumsuzlukların giderilmesi için birden fazla sahabenin tanıklığı sağlanmıştır. Sahabe Resulullah’a yalan isnat etmenin ne kadar büyük bir günah olduğunun sorumluluğu ve bilincindedir. Bu nedenle bazı sahabiler çok hadis rivayet etmekten  kaçınmışlar ve hadislerin sağlamlığı için deliller aramışlardır. Bunu hadis karşıtlığı olarak yorumlamak yanlıştır. Bu ancak sahabenin hadis rivayetinde çok hassas ve ihtiyatlı olmalarının sonucudur.

3) Hadis karşıtları bazı ayetlere dayanarak itirazlarda bulunmuşlardır.

A) Kuran'ın kesin bilgi, hadislerin zannî  olduğu iddiası

Hadis karşıtları hadis zannidir, çünkü çoğu haber-i vahid’tir demektedirler.  Ahad hadislerin kati  bilgi ifade etmediği, zanni bilgi ifade ettiği üzerinde Müslümanlar ittifak etmemişlerdir. Kimisinin kesin bilgi olduğunu, kimisinin sadece bilgi olduğunu, kimisinin de zanni olduğunu ifade etmişlerdir. Onların delil olarak ileri sürdükleri ayet şudur:

Onların birçoğu zandan başka bir şeye uymaz. Zan ise Haktan hiçbir şeyin yerini tutmaz. Şüphesiz ki Allah onların ne yaptıklarını bilir.” (Yunus, 10/36)

Bu ayetteki “Hakk’ın manası”, “kesin olarak sabit olan iş” dir. Kuran'ın yasakladığı zan hakikat, kesin bilgi ve vahiy karşısındaki zandır. Böyle bir zannın hakikat karşısında hiçbir değeri yoktur. Ayetlerde zannın kınanması, kesin bir hükme zan ile yaklaşılmasının reddedilmesi anlamına gelmektedir. Allah Teâlâ'nın kınadığı şey, kat’i delile karşı zanna uymaktır.

Kuruntu ise şüphesiz Haktan hiçbir şeyi ifade etmez.” (Necm, 53/28)

B) Her şeyin Kuran'da var olduğu iddiası

Hadis inkarcıları “Biz Kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık” (Enam, 6/38) ayetine dayanmaktadırlar. Onlara göre bu ayet Kuran'ın her şeye cevap verdiğini göstermektedir. Halbuki her şeyin bilgisini Kuran'da bulmak mümkün değildir. Çünkü Kuran bir ansiklopedi değildir, temel ilke ve prensipleri açıklayan bir kitaptır. Kuran'da teferruat ve tafsilat söz konusu değildir. Kuran bir hukuk kitabı metni de değildir. Hadis inkarcılarının mantığı ile tefsir yapmak ve içtihatta bulunmak imkânsızdır. Kuran'da şu ayet te vardır:

Biz sana Kuran'ı indirdik, ta ki insanlara kendilerine indirileni açıklayasın.” (Nahl, 16/44).

Allah Teâlâ Peygambere indirdiği kitabı açıklamakla mükellef tuttuğuna göre, bir Müslümanın bunu reddedip Kuran'ı tek başına anlamak istemesi ve kendi gücüyle tefsir etmesi ne kadar doğrudur.

Ayrıca Kuran, Hz. Peygamber’den gelenleri kabul etmeyi bize emretmektedir:

Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasak ettiyse ondan da sakının.” (Haşr, 59/7)

Kuran'ın nassları ile Kuran'ı açıklamak görevi Hz. Peygamber’e aittir. Biz de onun açıklamasına, emirlerine, yasaklarına uymaya ve itaat etmeye mecburuz. Çünkü bu da Kuran'ın emridir:

Bununla beraber Allah ve Resulü bir işe hükmettiği zaman, gerek mümin bir erkek ve gerekse mümin bir kadın için, o işlerinde başka bir tercih hakkı yoktur. Her kimde Allah ve Resulüne isyan edecek olursa açık bir sapıklık etmiş olur.” (Ahzab, 33/36).

C) Dinin tamamlandığı ifadesinin çarpıtılması

Hadis inkarcıları “Bugün sizin için dininizi tamamladım” (Maide, 5/3) ayeti ile Kuran'ın başka bir şeye ihtiyacı olmadığı şeklinde bir akıl yürütme yapmaktadırlar. Böylece sünnete gerek olmadığı sonucuna varılmaya çalışılmaktadır. Halbuki ayetin öncesine ve sonrasına bakılırsa, burada dinin tamamlanmasından kast edilenin müşriklerin Mekke'deki hakimiyetlerinin sona ermesidir. Bu ayetten sonra da birçok hüküm ayetleri nazil olmuştur. Dolayısıyla bu ayette kastedilen dinin hükümlerinin tamamlanmış olması değildir.

Bu çeşit ayetlerin zahiri manasını alarak, Kuran'da dini açıdan insanın bütün ihtiyaçlarına cevap verildiğini iddia etmenin gerçeklerle bir ilgisi yoktur. Çünkü namaz, zekat, oruç, hac gibi ibadetlerden suç ve ceza, miras, evlenme, borçlar, ticaret gibi hukuki konularda Kuran sadece genel ilkeleri ortaya koymuştur. Hz. Peygamber bu ilkeleri gerek sözle ve gerekse uygulama ile ayrıntılı olarak açıklamıştır. Buradan sünnet, icma, kıyas gibi diğer beyan kaynakları ortaya çıkmıştır. Bu nedenle, Kuran ve sünneti birbirinin rakibi olan iki ayrı dini kaynakmış gibi göstermek tamamen yanlıştır.

D) “Hüküm ancak Allah'ındır.” ayetinin yanlış yorumlanması

Hüküm ancak Allah'ındır.” (Enam, 6/57) ayetine bakarak dinde hüküm verme yetkisinin sadece Allah'a mahsus olduğunu iddia etmek yersizdir. Çünkü dinin sünnetsiz anlaşılması imkânsızdır. Sünnet, Kuran ayetlerinin sosyal ve bireysel hayatta anlaşılmasını temin eder. Bu Allah'ın hüküm vermesine aykırı değildir. Çünkü Peygamber zaten bu iş için görevlidir.

Bu ayete dayanarak tarihte Hariciler kendilerinin dışındakilerinin tümünü kafir ilan etmişlerdir. Sıffin Savaşı'ndan sonra Hz. Ali'yi, hakem tayinini kabul ettiği için kafir ilan etmişlerdir. Oysa Haricilerin bu görüşlerinin ne kadar yanlış olduğu Kuran ayetleri ile ispat edilmektedir.  Eşlerin ayrılma problemi olunca tarafların hakem tayin etmelerini Kuran emretmektedir. Kaynukta Yahudiler Peygamber tarafından kuşatılınca teslim olmuşlar ve aralarında hüküm verilmesi için hakem tayini istemişlerdir. Peygamber de hakem tayin edilmesini kabul etmiştir.

Ayrıca yukarıda geçen, “Allah ve Peygamber bir işe hükmettiği zaman…” ayetindeki ifadelerde Peygamberin de hüküm verebileceğinden bahsedilmektedir.

Hz. Ali (ra), İbn Abbas (ra)’ ı Haricilerle müzakereye gönderirken şöyle demiştir: “Onların yanına git fakat onlarla tartışırken Kuran'dan istidlal (çıkarım) da bulunma. Çünkü Kuran çeşitli anlamlara elverişli bir metindir. Sen onlarla sünnet üzerinde tartış… Kuran bünyesinde çok anlamlar barındıran, çok manalara ihtimal veren bir kitaptır. Sen bir manadan söz ederken onlar diğer farklı bir manayı öne sürerler.”

Bu ayetin Haricilerin yoldan çıkmasına sebep olduğu ileri sürülmektedir. Bütün bidat fırkalar Kuran'a dayanarak oluşmuşlardır. Hepsinin Kuran'da delilleri vardır.

Bu ayetin anlamı, hüküm vermede başvurulması gereken temel ilkeleri ve değerleri vazetmek sadece Allah'a mahsus demektir. Hz. Peygamberin bu ilkeler ve değerlerinin ışığı altında, Kuran'da açıkça çözümü olmayan konularda müstakil hükümler vaz ederek çözümler getirmesi “Hüküm ancak Allah'ındır.” ayetine aykırı değildir.

Buna göre, “Kuraniyyun” ekolü, yani yalnızca Kuran'la yetinme düşüncesine sahip olan fırka  şaz bir fırkadır. Bunlar genellemeciliğe  ve tarihi yok saymak kolaycılığına kaçmışlardır. Kendi fikirlerini temellendirirken ayetleri bağlamından koparmışlar, inanmadıkları bazı hadisleri delil olarak sunmuşlardır. Böylece ilmi bir çelişkiye düşmüşlerdir. Bu görüşleri ile ehl-i sünnet cemaatine muhalif hareket etmişler ve bu nedenle de tarihte ve günümüzde daima azınlık olarak kalmışlardır.

4) Hadislerin iki yüz sene sonra toplandığı iddiası

Bu iddia oryantalistlerin iddiasıdır. Goldziher, Schacht  gibi oryantalistler hadislerin hicri ikinci ve üçüncü yüzyıllarda müçtehid imamlar tarafından düzenlendiğini iddia etmektedirler.

Bu iddia tamamen yanlıştır ve müsteşrikler tarafından kasıtlı olarak ileri sürülmektedir. Hadislerin Hz. Peygamber (sav) zamanında ezberlendiği ve yazılı olarak kayıt altına alındığı bilinmektedir. 52 kadar sahabenin hadis yazdığı ispat edilmiştir. Yazma ve ezberleme faaliyetleri tabiin, tebei tabiin ve sonraki dönemlerde de devam etmiştir. Sahabenin hadisleri tahrif ettiği veya eksilttiğini söylemek, onlara dil uzatmak münafıklık olarak kabul edilmiştir. Hadisler hicri 1. yüzyılın sonlarına kadar ezberlemek için yazılmıştır. Daha sonra hicri 2. yüzyılın ortalarına kadar hadisler tedvin edilmiştir. Hadisler hicri 2. yüzyıl ortalarından hicri 4. yüzyıl başlarına kadar hadis usulünün kuralları kullanılarak, muhaddisler tarafından tasnif edilmiştir. Ashab, Peygamberin sünnet ve hadislerini diğer insanlara iletmeyi kendilerine sorumluluk olarak görmüşler ve bu görüşü tam bir titizlik ve hassasiyetle yerine getirmişlerdir.

Hatîb el – Bağdâdi, “Tahrî – du’l İlm” adlı eserinde bu faaliyetleri detaylı olarak ele almaktadır. Çağımızda Mustafa el – Azamî, “Dirâsâtun  fi’l Hadisi’n Nebevî ve Tarihi Tedvinihi”  adlı kitabında, ilk 200 yıllık hadis tedvini olgusunu incelemiş ve 500 kişinin bu alanda faaliyet gösterdiğini tespit etmiştir. Vefat tarihi itibariyle en son hadis yazan kişi hicri 201 de vefat eden Ali b. Asım b. Süheyb  el –Vâsıfî’ dir.

Hadislerin ilk resmi tedvini Ömer Bin Abdülaziz döneminde yapılmıştır. Buharî, Sahîh’inde şöyle rivayet etmektedir:

“Ömer Bin Abdülaziz Ebu Bekir b. Hazma’a şunu yazdı: Bak, Allah Resulü’ne (sav) ait hadisleri yaz. Zira ben ilmin yok olmasından ve ulemanın göçüp gitmesinden korkar oldum. Sadece Peygamber’e (sav)  ait olan hadisleri kabul edin. Alimler ilmi ifşa etsinler, oturup ders versinler. Ta ki bilmeyenler öğrensin. Zira ilim gizli bir şey haline gelmedikçe yok olmaz.”

Bu nedenle alimler sünnetleri topladılar ve defterlere yazdılar.  Halife Ömer başında yönetici bulunan her bölgeye bu defterlerden  birer tane gönderdi.

Hadislerin tedvini için alimler pek çok seyahatler yapmışlar ve sahabi ve tabiinlere ulaşmaya çalışmışlardır. Böylece devlet eliyle bütün malzemenin bir araya toplanması amaçlanmıştır. Bunun yanı sıra özel olarak da tedvin daima var olmuştur. Sonuçta, hicri ilk 200 yılda hadisler hıfz, hitabet, tatbik, tedvin ve tasnif yoluyla korunup daha  sonraki nesillere aktarılmıştır. Dolayısıyla bu konudaki münafıkların çarpıtmaları tamamen art niyetli ve kasıtlıdır.

5) Hadislerin Kuran'a Denk Olduğu İddiası

Hadis karşıtları, sünneti kabul edenlerin hadisleri ayetlere denk tuttuğunu iddia etmektedirler. Bu tamamen yanlıştır. Çünkü kaynak olarak Kuran her şeyin üstündedir. Hiçbir şey Allah'ın kelamı olan Kuran'a denk ve eşit değildir. Hiçbir İslam alimi de bunu bugüne kadar iddia etmiş değildir. “Kuran eşittir sünnet” diyen tek bir alim yoktur.

Sünnet Kuran'ı anlamada bir kılavuz ve rehberdir. Sünnet, Kuran'ı doğru anlamanın şartıdır. Bu nedenle Müslümanlar hadisleri titizlikle tespit etmişler ve uygulamışlardır. Bu bağlılıktan hoşlanmayan İslam düşmanları ürkmektedirler. Onun için bu bağlılığı kırmak ve Müslümanların içine şüphe düşürmek için bu asılsız iddialar ortaya atılmaktadır. Ancak uzun vadede başarılı olamayacaklardır. Allah Teâlâ dinini tekrar muzaffer kılacaktır.

6) Hadislerin Kuran'a Arzı Meselesi

Hadis karşıtları, bazı hadisleri Kuran'a aykırı olduğunu ileri sürerek tasfiye etmek istemişlerdir. Bunu yaparken de şu arz hadisini kullanmışlardır. Arz hadisi şöyledir: “Benden nakledilen hadisleri Allah'ın kitabına arz edin, ona uygun ise ben söylemişimdir, aykırı ise ben söylememişimdir.

Bu hadisin sıhhatli olmadığını birçok alim tarafından ifade edilmiştir. Örneğin İmam Şafi “ravisi meçhuldür” diyerek bu hadisi kabul etmez. Suyuti bu hadisin değişik versiyonlarını inceleyerek hiç birisinin sağlam olmadığını ifade etmiştir. Abdurrahman bin Mehdi’ de bu hadisin zındıklar ve Haricilerin uydurduklarını söylemiştir.

Bu hadise göre sünnetin Kuran'a arz edilmesini savunanlar olduğu gibi, bu görüşün yanlış olduğunu ve tehlikeli durumlara götürebileceğini  ileri sürenler de olmuştur. Çünkü sünneti Kuran'a arz etmek, Kuran'da bulunmayıp sadece sünnet ile sabit olan her şeyin reddedilmesi olarak anlaşılabilir. Bunun sonunda Peygamberi kabul etmeme ve onun yalancı olduğuna hükmetme gibi bir durum ortaya çıkabilir. Fakat bütün bunlar yanlıştır ve iyice incelendiğinde sünnetin tek başına getirdiği bir hükmü bile Kuran'da mutlaka bir aslı vardır. Her ikisinin vazifesi ortaktır. Bu nedenle İslam alimleri Kuran ve sünnetin birbirlerine muhalif hiçbir  hükmü içermeyeceklerini ifade etmişlerdir. Bu konudaki zıt düşünceler aslında, Kuran ayetlerini keyiflerine göre tevil ederek kötü emellerine kavuşmak isteyen zındıklar ile aşırı Rafiziler gibi fırkalara aittir. Bunlar bu şekilde birçok hadisi reddetmişlerdir.

Arz olayı uluorta değil, belirli bir yöntemle yapılmalıdır. Önce söz konusu hadisin bütün benzerleri tespit edilmelidir. Sonra bu hadis sünnetteki diğer hadisler içinde değerlendirilmelidir. Sonra bu hadisle ilgili ayetler Kuran'ın bütünlüğü içinde incelenmelidir. Bu şekilde elde edilen her iki değerlendirmenin sonuçları birbirine arz edilmelidir.

Hadisçilerin hadis metnine hiç önem vermedikleri ve sadece hadisin senetleri üzerinde durdukları iddiası bir cehalet örneğidir. Hadisçiler de hadis tenkidinde, gerek teorik olarak gerek uygulama olarak, arz metodunu kullanmıştır. Mevzuat kitaplarında bu açıkça görülmektedir. Bu nedenle hadislerin kabul edilmesinde yalnız Kuran'a arz metodunun kullanılması yeterli değildir. Diğer hadis tenkit yöntemleri de dikkate alınmalıdır. Aksi halde bu faydadan çok zarar getirecektir.

7) Hadislerin Kuran'a Aykırı Olduğu İddiası

Hadis karşıtlarına göre pek çok hadis Kuran'a aykırıdır. Bundan dolayı hadislere güvenilemez. Kuran ile hadis arasındaki zahiren var olan çelişme, bazen cem veya telif, bazen de tahsis, takyit veya nesih yoluyla ortadan kaldırılabilir. Sahih olan  bir hadisin Kuran’a aykırı olması düşünülemez. Çünkü Kuran ve sünnet bir bütünün parçaları olup, her ikisinde de hedefi aynıdır. İmam Şafii şöyle diyor:

“Yüce Allah insanlar için iki hüccet ortaya koymuştur. Birincisi Kuran-ı Kerim, diğeri ise Kuran-ı Kerim'de kendisine uyulması farz kılınan Hazreti Peygamberin sünnetidir. Dolayısıyla sünnetin Kuran'a muhalif olması düşünülemez.”

Hadisler ya Kuran'da olan bir hükme ilave veya ma’tuf (atfedilmiş)  veyahut mücmel (özet) olanın müfessiri (tefsir edeni) dir. Bununla beraber muhaddisler mevzu (uydurma) hadisleri sahih hadislerden ayıklama konusunda, hadislerin Kuran'a aykırı olmamasını prensip olarak kabul etmişler ve buna göre Kuran'a aykırı olan mevzu hadisleri reddetmişlerdir. Örneğin, “Kadınlar evlerinin lambalarıdır, fakat onlara okuma yazmayı öğretmeyiniz” uydurma hadisi, Alak suresinin ilk ayetlerine aykırıdır. Çünkü Alak suresindeki ilk ayet “Oku!” der. “Kötü ahlaklı olmak affedilmeyecek bir hatadır” mevzu hadisi, Nisa Suresi 48. ayetine aykırıdır: “Şüphesiz ki Allah kendisine ortak koşulmasının dışında dilediği kimseyi affeder.” “Zina yapanların çocukları kıyamet gününde maymun ve domuz olarak haşrolacaktır” hadisi uydurma olup, suçların şahsiliğini anlatan “Hiçbir günahkar bir başkasının günahını çekmez” (Fatır, 35/18) ayetine aykırıdır.

Bu şekildeki mevzu hadislerin uydurma olduğu, Kuran ve hatta sahih hadislere aykırı oldukları açık olarak ortadadır. Bu neden de mevzu hadislerin tespitinde Kuran ayetleri ve sahih hadisler önemli kriterlerdir.

8) Hadislerin Sayısı

Hadis karşıtlarının bir kısmı hadis sayılarını minimuma indirerek 500 hadis var derken, bazıları da milyonlarca hadis vardır diyerek olayı saptırmaktadırlar. Her iki düşünce de ilmi gerçeklere aykırıdır. Bu konu tamamen teknik bir konudur. Şöyle ki bir hadisi Peygamberden işiten bir sahabi, o hadisi 50 kişiye söylüyor. Bu 50 kişinin de her biri bu hadisi başkalarına naklettiği zaman bu hadis, hadis tekniği açısından 50 hadis sayılmaktadır. Böylece aynı hadis ravilerin değişmesi ile farklı sayıda değerlendiriliyor. Hadis'i rivayet edenlerin sayısının artması yanı sıra, hadisin metninde de bazı lafız farklarından dolayı farklı hadis olarak değerlendirilmeleri sonucu hadis sayıları artmaktadır.

Yalnız 500 hadis var diyenler kimlerdir? Bunlar aslında ehl-i hadis olan birisinin görüşü değildir. Bunlar genelde başka disiplinlerde uzmanlaşmış tarihçi, felsefeci, fizikçi, edebiyatçı olan kimselerdir. Bu bir cehalet örneğidir. Bilindiğine göre binden fazla hadis rivayet eden 7 sahabinin rivayet ettiği hadis sayısı mükerrer olanlarla birlikte 16 bin civarındadır. Mükerrer (tekrarlanan) olmayan hadislerin toplam sayısı tahminen 20-25 bin civarındadır.

Sahabelerin sayısı 100 bin  olarak tahmin edilmektedir. Bunların ancak onda biri bilinmekte ve biyografilerine rastlanmaktadır. Biliniyor ki bu sahabelerin ancak onda biri hadis rivayet etmiştir. Buna göre toplam olarak hadis rivayet eden sahabi sayısı 1002 dir.

Kütüb-i Tis'a da tekrarlarla birlikte 62.160; tekrarsız 10.140 hadis vardır. Sahih hadislerin sayısının 10.000 civarında olduğu ifade edilmektedir. Toplam hadis sayısı da İbni Kesir’e göre, tekrarları ile birlikte 100.000 kadar olduğu tahmin edilmektedir.

Hadisleri itibarsızlaştırmaya çalışanşar İmam-ı Azam hakkında, ona göre 17 sahih hadis vardır iddiasını ortaya atmışlardır. Buna da delil olarak İbni Haldun’un Mukaddime’sindeki bir ifadeyi ileri sürmüşlerdir. Aslında İbni Haldun’un ifadesi dikkatlice incelenirse, orada İmam-ı Azam’ın 17 hadis rivayet ettiği anlaşılır. Bu ise hadis inkarcılarının iddia ettiği şey ile aynı değildir. Bu türlü saptırmaların yapılması hiçbir şekilde bilimsel ve insani değildir.

9) Hadislerde çelişki olduğu iddiası

Hadis karşıtları hadisler arasında çelişkiler olduğunu öne sürerek hadislerin güvenilir olmadığı  algısını insanlara vermek istemektedirler.

Birbirleriyle çelişiyor gibi gözüken hadisler olabilir. Ancak bu tür hadisler için erken dönemlerde çalışılmış ve usuller geliştirilmiştir. Muhtelifu’l Hadis ilmi bunun için ihdas edilmiştir. Bu ilmin amacı birbirine zıt gibi görünen hadisler için, zihinlerde oluşabilecek şüpheleri ortadan kaldırmak ve hadislerin doğru bir şekilde anlaşılmasını sağlamaktır. Sahih hadislerin birbirlerine aykırı olması mümkün değildir. Çünkü Hz. Peygamberin birbiriyle çelişen sözler söylemesi düşünülemez. Hadislerin zıt görünüşlü olması bizdeki bilgi ve anlayışın eksikliğinden kaynaklanmaktadır.

Bu konuda birçok eserler yayınlanmıştır. Nevevî, “Muhtelifu’l Hadis ilmi, hadis usulünün en önemli disiplinlerinden olup ve her alimin bilmesi gereken sahalardan birisidir.” demiştir. Bu ilimde hadisler arasındaki zıtlık cem ve telif, nesih, tercih ve tevakkuf yoluyla halledilmektedir. Bu eserlerde bunlarla ilgili birçok örnekler verilmektedir.

Art niyetli kişiler, hadisler arasında çelişki var iddiası ile, hadislerin güvenilmez olduğunu ileri sürmeleri ilme ve akla aykırıdır.

10) Hadislerin haber-i vahid olduğu iddiası ve hadislerin hafife alınması

Tevatür derecesine ulaşmayan bir habere “âhâd haber”  veya “haber-i vahid” olarak kabul edilmektedir. Hadis inkarcıları haber-i vahidin zan ifade ettiğini, kat’i olmadığını ve sonuçta delil olamayacağını iddia etmektedir.

Gerek Kuran ayetleri ve gerekse hadislerin ilk nakledicisi Hazreti Peygamberdir. Daha sonra sahabe devreye girmektedir. Sahabilerin Kuran'ı cem ederken ona ilave ve eksiltme yapmadıkları kesindir. Çünkü sahabe güvenilir kimselerdir. Dolayısıyla sahabe hadisleri de naklederken ve toplarken metinlerinde herhangi bir eksiltme ve çoğaltma yapmamıştır. Bu konuda onlar son derece güvenilir, bilinçli kimselerdir.

Asr-ı Saadet'te bir kişinin getirdiği haberle amel etmemek söz konusu değildir. Ramazan hilalini gören bir kişi de olsa ona güvenilerek amel edilmiştir. Birçok ameller bir kişinin haber vermesi ile uygulanmıştır. 

Günümüze kadar İslam alimleri adalet sahibi ravilerin muttasıl senetle naklettikleri ahad haberin ilim ve bilgi olduğunu kabul etmişlerdir. Bununla amel etmenin caiz olduğunu söylemişlerdir. Ancak buna ilk itiraz edenler Mutezile kelamcıları olmuştur.

Müçtehit İmamlar haber-i vahid olan sünnetlerin kabulü için bazı kriterler kullanmıştır. Bu onların sünnetin geçerli olmadığını kabul ettikleri anlamına gelmez. Bu onların bu haberlerin sıhhatini tespit etmede ne kadar hassas davrandıklarını gösterir. Dört halife döneminde, sünnetin sıhhatini temin için raviden bazen şahit isteme ve yemin ettirme gibi çeşitli yöntemler uygulandığı bilinmektedir.

Sünneti reddetmek ve onu İslam için bir kaynak olarak kabul etmemek Hazreti Peygamber’i kabul etmemekle aynı şeydir. Sünneti görmezden gelerek Kuran'ın bütününü anlamak ve hayata uygulamak güç bir husustur.

 

Hadis İnkarcılarına Hadislerle Cevaplar

Hadis karşıtlarının çeşitli bahanelerle sünnet'e karşı çıkmaları, gerek bazı ayetlerde gerekse hadislerde mucizevi bir şekilde dile getirilerek yerilmektedir:

Hayır, Rabbine ant olsun ki iş bildikleri gibi değil. Onlar aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp sonra da senin verdiğin hükme karşı içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe iman etmiş olamazlar.” (Nisa 4/65)

ayetinde belirtildiği gibi Resulullah'ın verdiği hükme razı olmayan mümin olamaz.

Aşağıdaki hadislerde gelecekteki hadis inkarcılarına işaret edilmektedir:

Sizden biriniz koltuğuna yaşlanmış bir vaziyette iken, kendisine benim emir ve nehiylerimden birisi geldiğinde biz anlamayız, Allah'ın kitabında ne bulduysak ancak ona tabi oluruz, derken bulmayayım.”

“Yakında Kuran'ın müteşabih ayetleri konusunda sizinle mücadeleye girişen birileri ortaya çıkacak. Onların önünü sünnetlerle alın. Zira sünnetleri bilenler Allah'ın kitabını daha iyi bilirler.”.

Seyyid Kutup, “Fi Zilali'l-Kur'an” adlı tefsirinde şöyle söylemektedir.

“Yüce Allah, Kuran'ı insanlara anlatacak bir peygamber göndermiştir. Bu Peygamber hevasından konuşmuyor. O halde onun sözleri ve uygulamaları Yüce Allah'ın şeriatının bir parçasıdır. Bu hükümlerin uygulanması noktasında mümin öncelikle Allah'a itaat ile yükümlüdür. Arkasından da Peygambere itaat yükümlülüğü gelmektedir. Çünkü Allah'ın Elçisi Allah'tan aldığı mesajları kullara iletme sıfatı taşıyor. Bu sıfatı sebebiyle Peygambere itaat, Peygamber vasıtası ile bu şeriatı farz kılmış olan Allah'a itaat etmenin vazgeçilmez  bir gereği ve  uzantısıdır. Ayrıca Peygamber, sünneti aracılığı ile bu şeriatı açıklıyor. Bütün bunlara göre Hz. Peygamber (sav)’ in Allah tarafından tespit edilmiş bir yetki alanı mevcuttur. Peygamber bu yetki alanını sünnetleri ile değerlendirmiştir. Dolayısıyla Müslümanlar Kuran'ın yanı sıra Peygamberin sünnetlerine de gerekli saygı ve hassasiyeti göstermek ve onunla amel etmek zorundadır.

 

Sünnete Uymanın Zorunluluğu

Ümmet sosyal bir yapıdır. Onu Yüce Allah'ın iradesi yönünde şekillendiren Hz. Peygamberin sözleri ve davranışlarıdır. Bunlar sünneti oluşturur. Yani Ümmet-i Muhammed, Sünnet-i Muhammed ile inşa edilmiş sosyal bir gerçekliktir. Buna göre İslam'da en temel sorumluluklardan biri, sünnetin gerek bireysel gerekse toplum hayatından hiçbir şey bahane edilerek dışlanmamasıdır.

Hz. Ayşe (rah) dan   rivayet edilen bir hadiste Resulallah (sav) şöyle buyurmaktadır:

Bazılarına ne oluyor ki, benim bizzat işlediğim bir şeyi işlemekten çekiniyorlar. Allah'a yemin ederim ki ben Allah'ı onlardan daha iyi bilir ve Allah'a karşı onlardan çok daha fazla haşyet duyarım.”

Hazreti Peygamber bu hadiste, kendisine rağmen ve kendisinden daha ileri dindarlık düşünce ve uygulamalarına kesin olarak karşı çıkmış bulunmaktadır. O halde ne dindarlık ne de tembellik gerekçesiyle, sünnet dışına taşmak hakkına ümmetten hiçbir kimse sahip değildir. Ayrıca Hz. Peygamber’i kendi akıl ve anlayışıyla sınırlamaya kalkmak haddini bilmemek olur. Onun yapıp ettikleri ve beyanları bize güvenilir bir yolla ulaştıktan sonra bizim ukalalık etmemize gerek yoktur. Dindarlık ve dini saygı, dini olanı ve dinden olanı tartışmakla değil, yaşamakla ve kullanmakla ispat edilebilir. Çünkü Allah bir topluluğa şer murat ederse, onlara tartışma (cedel) kapısını açar ve onları amelden alıkoyar.

Sünnete uymanın bir göstergesi din kardeşliğini öncelemektir. Din kardeşliği her türlü özel bağdan önceliklidir. Özel bağlar hatırına duygusal ve davranış bozuklukları ve aşırılıklara iltifat edilmemesi gerekir. Sünnete uymak, tabii olarak dini yani İslam’ı önemsemeyi gerektirir. İslam’ı önemsemek için, İslam’ı sünnetteki yorumuyla olabildiğince yaşamaya çalışmalıdır.

Sünnete uymanın bir göstergesi de Müslümanlara karşı duyarlı davranmak ve onların meseleleri ile ilgilenmektir. Çünkü bir hadiste “Müslümanların dertleri ile ilgilenmeyen onlardan değildir.” buyurulmaktadır. Dolayısıyla sünnete uyan bir Müslüman olmanın gereği, bütün Müslümanları kucaklayan bir gönül duyarlılığına, duygu zenginliğine ve uygulamasına sahip olmaktır.

Müminlere karşı alçak gönüllü ol.” (Hicr, 15/18)

Sana tabi olan Müslümanlara merhamet kanatlarını indir.” (Şuara, 26/215)

Kafirlere karşı şiddetli ve metin, kendi aralarında yumuşak ve rahim.” (Fetih, 48/ 29)

ayetlerinde belirtilen nitelikleri sergilemek ümmet kavramının bize yüklediği sorumluluklardır.

Hz. Peygamber’e ve sünnetine uymak, biz Müslümanlar için hem vazgeçilmez iki görev, hem de Efendimizin biz ümmeti üzerindeki iki hakkıdır. İnsanları İslamlaştırılmasının yolu ve hedefe ulaştıracak metodu budur. Şartlar ne olursa olsun, eldeki imkanlarla ısrarla bu yolda yürümeye devam edilmelidir. Dinde olanı yaşamak demek olan gerçek dindarlık ve sünnete tabi olma, yukarıda yazdıklarınıza uymakla mümkün olacaktır.

 

Hadislerin Doğru Anlaşılması İçin Yöntem

Hz. Peygamber (sav)  ilahi iradenin temsilcisidir. Onun temsilciliği evrenseldir ve kıyamete kadar geçerlidir. Peygamberin sünneti bu temsilin dünya şartlarında uygulanmasının bir örneği ve rehberidir. Peygamberin hadisleri de Peygambere ait uygulamanın yazılı bilgi ve belgeleridir. Bu nedenle bütün Müslümanlar hadisleri doğru anlamak ve yorumlamak zorundadırlar.

Hadislerin yazılı metin haline getirilmesi aşamasında ve sonrasında bazı kötü niyetli kişilerin, anlamada, yorumlamada ve hatta metin uydurmada çabaları olmuştur. İyi niyetli oldukları halde yöntem farkları yüzünden hadis yorumlamada hata edenler de olmuştur. Bu durum günümüzde de daha yoğun bir şekilde devam etmektedir.                                                                                                                   

Ancak dini doğru anlayıp hayata geçirmek noktasında delil olabilecek hadisler bilimsel gayretler ve vasıtalarla günümüze kadar ulaşmıştır. Bu nedenle, hadislerin doğru anlama konusunda iyi niyet, dil ve usul bilgisi, ciddiyet, teenni, öğrenme sabrı, kendi kültür kaynaklarına güven duygusu ve Müslümanca yaklaşımı gerekmektedir. Dolayısıyla sade vatandaşlar için hadisleri doğru anlama konusunda takip edilecek yol, ihtisas alanı hadis olan kişilerin anlayışları ve yorumlarına önem ve öncelik vermeleridir. Bunun için açıklaması olan hadis ve hadis tercümelerini okumaya özen gösterilmelidir.

Hadis metinleri okumasında önyargısız yaklaşmak esastır. “Resulallah şöyle buyurdu” diye bir hadisi rivayet edeceği zaman ashabın boyun damarları şişmekte ve terlemekteydiler. Ashabın bu hassasiyeti, hadis metinlerinin yorumlanmasında ortaya çıkan anlam zorluklarının aşılmasında itidalin, teenninin yani tevakkufun esas alınmasıdır.

Ayrıca hadisin bütün rivayetlerini görmeye çalışmak, hem anlama hem de yorumlama aşamasında bazı güçlüklerin aşılmasını temin eder. Bunun için literatürde kapsamlı hadis şerhleri vardır.

Hadis yorumlanmasında kendisini veya kendi yaşamını ölçü almak insanı yanlış sonuçlara götürür ve günaha sokar. Bazıları şöyle demektedir: “Benim aklıma uymayan hadisi Buhari'de de olsa almam.”  Bu şekilde Peygamber mirasına kendi aklını,  heva ve hevesini çerçeve kabul etmek hakkına kimse sahip değildir.

“Üslûp ve yaklaşım” bozukluğu günümüzde maalesef moda haline gelmiştir. İslam kaynaklarına karşı Müslümanca bir yaklaşım yerine düşmanca bir yaklaşım sergilenmektedir. Bunlar müsteşriklerin yaklaşımlarının etkisinde kalanlardır. Oysa Müslümanca, peşin hükümlerden uzak bir tarzda yaklaşmak, tenkidinde açık noktalar bırakmak gerekir. “Doğrusunu Allah bilir.” ifadesi mütevazi bir yaklaşımdır ve haddini bilme erdemidir. Bu bakımdan hadis kaynaklarına güven konusunda, bilimsel olmayan polemik ve cedel türü iddiaları ileri  sürmemek gerekir.

İslam değerleri evrenseldir ve onlara yönelik yorumlarda tevhid inancına endeksli karaktere sahip olunmalıdır. Böylece seküler, ilkesiz ve cüretkar yorumlardan sakınılmış olur.

Anlamı aşamasında cehalet, kasıt ve yaklaşım bozuklukları; yorum aşamasında ise kişisel ve konjoktürel kaygılar, bugün görülen yanılgı ve yanlışların sebebidir.

Her türlü densizliği ve dengesizliği “çağdaşlık” ya da “güncellik” olarak savunmaya kalkışanlara paralel olarak, ilmi ve dini değerlere karşı alaycı bir üslup ve ölçüsüz bir yorum anlayışıyla yaklaşılması bilimsel bir tarz değildir. Eğer yaklaşım bozukluğunun temelinde yabancı hayranlığı söz konusu ise, önce bu duygudan kurtulmak gereklidir.

Çağdaş yorumların dayandığı bir gerekçe de “değişim”dir. Şüphesiz her değişim mutlaka bir iyilik ve ilericilik, doğruluk ve fazilet anlamı taşımaz. İslam'da değişimin “gelişme” anlamında olması için, İslam kültür ve sistemine dayanması ve İslam'ın ilkeleri doğrultusunda olması gerekir. Ayrıca İslam'ın kendi öz kaynaklarına dayanması zorunludur.

Kuran nasslarının, İslam ümmetinin kimlik ve kişiliğini dokuyan yorumu, Hazreti Peygamberin sünnetidir. Onu da biz hadis-i şeriflerden öğrenmekteyiz. Dolayısıyla sünnetin kendi özellikleri içinde idrak edilmesi, hadislerin doğru anlaşılıp doğru yorumlanmasına bağlıdır. Bu bakımdan Müslümanın görevi, kendini ve Müslümanları  bu konularda tehlikeli davranışlardan uzak tutmaya çalışmaktadır. Mehmet Akif'in Safahat'taki şu beyti ne kadar güzeldir:

“ Emr-i bi’l – ma’ruf imiş ihvân ı İslam'ın işi,

  Nehyedermiş  bir fenalık görse kardeş kardeşi."

 

 

Yorum ve Eleştirileriniz için:  yorum@ilimvetasavvuf.com

 

Ana Sayfa           Yorumlar

 

 

 

Hadis  İnkarcılığı

Yayınlama Tarihi : 30.11.2019