İki yüz yıldan beri papalık misyonerlik faaliyetleri ile Hıristiyanlığı Ortadoğu'da yaymaya çalışmaktadır. Ancak bu çalışmalarında istedikleri neticeyi alamayan papalık, bu konuda başarılı olabilmek için misyonerlik faaliyetlerini arttırmanın gerekli olduğunu düşündü. Bu yöndeki çalışmalarını organize edecek olan “Dinler Arası Diyalog ve Hoşgörü” projesi oluşturuldu. Bu projenin görüşülmesi için oluşturulan I. Vatikan konsülü 1962'de toplandı. Bu konsülde diyalog projesi resmileşti. 1964 yılındaki II. Vatikan konsülünde bu projenin yürütülmesi için “Hristiyan Olmayanlar Sekreteryası” kuruldu. Önceleri asıl amaçlarını açıklamayan, fakat sonra amaçlarını kesin olarak açıklamaya karar verildiğinde bu insanlara çeşitli beyanlarla duyuruldu. 1973 yılında sekreterlik görevine getirilen Pietro Rossana, sekreteryanın yayın organı olan Bulletin’deki bir yazısında şöyle diyordu: “Diyalogdan söz ettiğimizde açıktır ki bu faaliyeti kilise şartları çerçevesinde misyoner ve İncili öğreten bir cemaat olarak yapıyoruz. Kilisenin bütün faaliyetleri, üzerinde taşıdığı şeyleri yani Mesih'in sevgisini ve Mesih'in sözlerini nakletmeye yöneliktir. Bu sebeple diyalog kilisenin İncili yayma amaçlı misyonunun çerçevesi içinde yer alır.” Pietro Rossana diyaloğun İseviliği ilk yayan havarilerin metodu olduğunu da şöyle ifade etmektedir: “Kilisenin henüz bulunmadığı yerlerde tesis edilmesi için yapılan bir faaliyet olarak anlaşılan misyon, artık diyalog olmadan başarıya ulaşamaz.” Hristiyan Olmayanların Sekreteryasının 1984'te ki başkanı olan Kardinal Francis Arinze, Bulletinde yayınladığı bir yazıda şunları ifade etmektedir: “Papa VI. Paul'un vizyonu gerçekleşmektedir. Çünkü dinler arası diyalog kilise misyonunun normal bir parçası olarak görülmektedir.”

Dinler arası diyalogla nihai olarak neyi hedefledikleri Papa VI. Paul'un 2000 yılı mesajında şöyle ifade edilmektedir: “Birinci bin yılda Avrupa'yı hristiyanlaştırdik, ikinci bin yılda Amerika ve Afrika'yı hıristiyanlaştırdık, üçüncü bin yılda da Asya'yı hıristiyanlaştırmalıyız.”

Soğuk savaşın sona ermesinden, komünizmin bertaraf edilmesinden sonra, batı İslam’ı düşman ilan etti. Gerçek İslam’ı ortadan kaldırmak batının sömürge faaliyetlerinin başarılı olması için gerekliydi. Bu nedenle İslam düşman ilan edildi ve kendi elleriyle kurdukları terör gruplarına İslam yaftası yapıştırıldı. İslam'ın bir terör dini olduğunu ilan ettiler. Ancak bunun yanı sıra İslam'ın içini boşaltmak, onu protestanlaştırmak için, İslam felsefi, ahlaki, hümanist bir sistem haline getirilmek istendi. Bu amaç için dışarıda ve içeride İslam’ı kötüleyen yayınlar yapıldı. Bunun yanı sıra da, Müslümanları hristiyanlaştırmak için diyalog ve hoşgörü projesi uygulamaya koyuldu. Asırlardır Müslümanlara karşı en ufak bir müsamaha ve hoşgörü göstermeyen Vatikan'ın bu hareketinde bir iyi niyet beklenebilir mi?

Bu diyalog projesi ile iki dinin arasında bir orta yol bulmak  ve İslam'ı dejenere etmek istenmektedir. Çünkü orta yol olarak her iki dinden de inançlarından taviz vererek bir orta noktada buluşmaları söz konusudur. Böylece İslam ile Hristiyanlık arasında kavga ve çatışma sebebi ortadan kalkacaktır.

Bir dini inanç sisteminin bir kısmı bu şekilde iptal edilirse, o din ortadan kalkmış olur. Papalık da İslam'ı ortadan kaldırmak için böyle bir taktik uygulanmaya denemiş ve ancak başaramamıştır. Aklı başında Müslümanlar diyalog ve hoşgörü projesine karşı çıkmışlardır. Papalık diyalogdan maksadın iyi ilişki, iyi karşılıklar, iyi komşuluklar olduğunu iddia etse de, bu zaten toplumumuzda asırlardan beri mevcuttur. Çünkü ülkemizde Müslüman, Hristiyan, Yahudi yan yana yaşamışlar ve kimse diğerinin ibadetine ve yaşayışına karışmamıştır. Buna göre bu projenin maksadı başkadır.

Maksatlarının ne olduğunu kendi dilleriyle anlattılar. Diyalog mimarlarından olan bir ilahiyatçı profesörü şöyle diyordu: “Ben yurtdışına gittiğim zaman sık sık kiliselere gidiyor, çok da lezzet ve zevk alıyorum.” Aynı profesör diyalog konusunda şunları söylüyor: “Efendim, diyalog ve hoşgörü devam edecekse hıristiyanlarla konuşurken, sizin kitabınız bozulmuş, sonradan değiştirilmiş, en hakiki din benim dinim demeyeceksiniz.”  Ayrıca şunu da telkin ediyorlar: “Sadece  “La ilahe illallah” deyin, “Muhammedurrasulullah” demeyin.”

Bu ifadeler diyalogcuların gerçek amacını göstermektedir. Bunların istediği Müslümanların İslam dininin en son ve hak din olduğunu ifade etmemelidir. Böylece Kuran'daki bu konudaki birçok ayeti göz ardı edip, dinden çıkılması istenmektedir. Onların iki dinin ortak noktaların buluşma isteği, İslam'ın bazı emir ve yasaklarının terk edilmesidir. Yoksa maksatlarının iyi ilişkiler olmadığı açıktır.

1964 yılında karar altına alınan diyalog projesi, 1980'li yıllardan itibaren hızlı bir şekilde ülkemizde uygulamaya konulmuştur. İlahiyatçı akademisyenler, yazdıkları tefsirlerde, Hıristiyanlığın ve Yahudiliğin İslam gibi meşru ve geçerli birer din olduklarını ifade ettiler. Bir Hıristiyan ve Yahudi’nin kendi dinini terk etmeden Müslüman olabileceğini iddia ettiler. Kuran'da geçen “kitap” kelimesinin Tevrat ve İncil manasına geldiği, kitaba Kuran anlamı verenlerin safsata ile uğraştığını söylediler. Bütün kutsal kitapların, Kuran'da dahil, Tevrat’ın eki olduğunu ortaya attılar. Dolayısıyla Kuran-ı Kerim'de geçen Kuran kelimesinin Tevrat anlamında kullanıldığını söylediler.

2000 yıllarının başında, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından ilahiyat profesörlerine hazırlatılan tefsirde, ilgili ilgisiz birçok ayeti diyalog ayeti olarak ilişkilendirildi. İslam’daki 6 tane olan iman şartlarını 2'ye, 3'e indirdiler. Ayetlerin manalarını bazen daraltarak, bazen genişleterek Vatikan'ın diyalog söylemlerine benzetmeye çalıştılar. Bu şekilde halkın diyaloğa karşı çıkmaması için tarihteki örnekler saptırılıyordu. Yani bu şekilde Kuran Vatikan'ın isteği doğrultusunda tahrif ediliyordu.

Bir kısım papazların yaptıkları açıklamalar, niyetlerinin ne olduğunu anlamaya yetiyordu:  “Türkiye'nin AB üyeliği, Anadolu'da önceden var olmuş Hristiyan toplumların yaşadığı bölgelerde yeniden Hristiyanların yaşamasına izin vermelidir.” (Patrik Barthalomeos) “Anadolu bizim kaybedilmiş toprağımızdır. Anadolu bizimdir. Gerekirse kan dökeriz. Türkiye'yi Hristiyanlaştırmak için gerekirse 500 sene bekleyeceğiz.” (Am. Board Mis. White)  “Bizim, Türkleri İstanbul'dan ve Anadolu'dan atma projemizi Türkler de biliyor. Biz menfaatlerimize uygun bir zemin bulamadığımız için bu projeyi uygulamıyoruz. Türkler de, biz sizin medeniyetinizdeniz diyerek bizi oyalamaya çalışıyorlar.” (İngiliz tarihçi Arnold Toynbee)  Bu ifadeler, diyalog ile Anadolu'ya eninde sonunda Vatikan'ın sahip olacağının hedeflendiğini göstermektedir.

Hz. Muhammed'in peygamberliği ile birlikte yeryüzünde tek peygamber ve tek ümmet vardır. Bütün insanlık Hz. Muhammed'in ümmetidir. Müslümanlar Hz. Muhammed'in davetine icabet eden ümmettir. Gayrimüslimler de Hz. Muhammed'in davetine, tebliğine muhatap olanlardır.

Biz İslam'a daveti ve İslam'ı tebliğ içeren diyaloğa karşı değiliz. Yalnızca bizimkilerce içi boşaltılmış, karşı tarafça içi doldurulmuş, Müslümanların zaafları sebebiyle kötüye kullanılan, Türkiye’mizi bölmek, küçültmek isteyen, dini azınlıkları ve temsilcilerini öne çıkaran,  Hıristiyanlığı Müslüman halka mal etmeye çalışan, İslam'ın seviyesini düşüren, Hıristiyanlığın seviyesini yükselten tuzaklarla dolu diyaloga, diyolagla uyuşturulup misyonerler tarafından Hıristiyanlaştırılmaya karşıyız.

Anadolu'nun “Kutsal İncil Ülkesi” olduğunda bütün Hristiyanlar müttefiktirler. Kilise nezdinde Türkiye çok önemli bir yere sahiptir. Çünkü Türkiye'de, İncil'de geçen 7 kutsal kilise vardır. Bu nedenle İngilizce kilise metinlerinde Türkiye “Kilisenin Kutsal Toprakları” (Holy Lands of the Church) olarak geçer.

Anadolu’yu silah gücüyle ele geçiremeyeceklerini İstiklal Savaşı'nda öğrenmişlerdir. Fakat emellerine ulaşıp Anadolu'yu ele geçirmek için diyalog projesini geliştirdiler. Diyalog toplantıları organize ettiler. Anadolu'da hac merkezleri icat ettiler. Kiliseleri tamir ettirip tapularını aldılar. Yabancıların toprak edinmesi hakkını kullanarak Anadolu'yu başka türlü ele geçirme planları yapıyorlar. Bunları organize eden baş Vatikan’dır,  Papalıktır. Onların amacı diyalog değil, geniş halk kitlelerini kandırarak amaçlarının önlerindeki engelleri kaldırmaktır.

Diyalog adına, hoşgörü adına, kültürel varlıkları yaşatma adına Anadolu'da tamir edilen, ihya edilen kiliseler ileride çocuklarımızın başına bela olacaktır. Sultan Alpaslan’dan Sultan Abdülhamid'e kadar sadece bir kilise tamir edilmiştir. Oysa bugün tamir edilen kiliselerin sayısı 3000 i bulmaktadır. Bu kiliselere hem tapu verilmiş, hem de legal veya illegal papaz tayin edilmiştir. Turizm geliri elde etmek için yapılan bu işlerin yarın toplumumuza büyük beka problemleri açacağı aşikardır.

Bütün dünyanın gözünün olduğu Anadolu'da yaşamamızın olmazsa olmaz şartı, kendi içimizde hem de başka ülkelerde İslam'a davet ve İslam'ı tebliğ faaliyetidir. Bizi egemenlikleri altına almak isteyenlere karşı en güçlü savunma silahımız, İslam'a davet ve İslam'ı tebliğ çalışmalarımız olmalıdır. Aynen Anadolu'ya geldiğimiz günlerdeki gibi, bu işi ciddi olarak ele alırsak, bu topraklarda yaşama hakkımızı koruruz. Bizden önceki dönemlerde de Anadolu'da ancak dindar gruplar ayakta kalabilmiştir.

Ehli kitabın iman etmiş olabilmesi için Müslümanların iman esaslarının tamamına iman etmiş olmaları lazımdır. Gayrimüslimlerin  iman etmiş olmaları için, geçmiş saplantıların terk etmeleri, Allah'a ve Allah'a imanın gerektirdiği esaslara, meleklere, kitaplara, peygamberlere, ahiret gününe iman etmeleri ve Kuran ile getirilen şeriat esaslarını hayata geçirmeleri gerekir.

Kuran-ı Kerim'de Hadid suresinin 28. ayetinde, bir önceki ayetin son cümlesi ile irtibatlı olarak, Hz. İsa'nın peygamberliğine ve Hz. İsa'ya inen İncil'e iman edenlerin mükafata kavuşmaları, önlerini, yollarını aydınlatan nura kavuşmaları ve Allah'ın affına mazhar olmaları için Kuran'ın öngördüğü takva zırhına bürünmeleri ve Allah'ın Resulü Hz. Muhammed'e (sav) iman etmeleri şart koşulmuştur. (Hadid,57/28)

Bu sebeple Hristiyanların kurtuluşa ermeleri için Allah'a ve ahirete iman etmeleri yeterli değildir. Ayrıca,  onların iman ediyoruz dedikleri Tanrı ile Müslüman'ın Allah'ı arasında fark vardır.

Bizim diyalogcular “Dinler Arası Diyalog” kavramını şöyle ifade ediyorlar: “Farklı dinlere mensup insanların kendi inançlarını ve düşüncelerini diğerlerine zorla kabul ettirmek yoluna gitmeden, bazı meseleler üzerinde konuşabilmeyi ve tartışabilmeyi ve ifade eder. Eşitlik, hoşgörü, doğruluk, samimiyet, sevgi ve saygıya dayalı bir iyi niyet içinde, ortak olan olmayan bir meselede barış, hürriyet ve açıklık atmosferinde gerçekleşmesi düşünülen bu faaliyet, ötekini öğrenmek, bilmek, tanımak, dinlemek ve anlamak amacını taşır.” Bu bağlamda diyalogla İslam'ı tebliğ edebileceklerini düşünmektedirler. Ancak bu düşünceleri yanlıştır. Çünkü diyalogun misyonerlik olarak algılanmasının birçok delili vardır. Bu deliller şunlardır:

1) Vatikan'ın belgelerinde de ifadesini bulan dinler arası diyalog çağdaş misyonerlik anlayışıdır.

2) Her bir Hristiyan için misyonerlik dini bir görev olarak algılanması ve bu düşüncenin  Pavlus’tan bu yana devam etmesi.

3) Tarihte ve günümüzde yürütülen misyonerlik faaliyetleri.

Papa II. John Paul, “Kurtarıcı Misyon” adlı genelgesinde şöyle diyor:”Dinler arası diyalog, Kilisenin bütün insanları kiliseye döndürme amaçlı misyonunun bir parçasıdır… Esasen misyon ve misyoner şekilleri ile diyalog arasında özel bir bağ vardır. Bu misyon aslında, Mesih'i, İncil’i bilmeyenlere ve diğer dinlere mensup olanlara yöneliktir.”

Diyalogcular şöyle demektedir: “Bütün Müslüman ve Hristiyanlar İsa’nın etrafında bütünleşmelidirler. Ortak bir ilgi alanı olan Tanrıya birlikte yürümek ve bunda işbirliği içine girmelidirler. Türk vatandaşları ateist olacağına Hristiyan olsunlar daha iyi.”

Diyalog Siyasi Bir Projedir

II. Vatikan konsülünde alınan diyalog kararı siyasi bir gaye taşımaktadır. Vatikan sembolik de olsa bir devlettir ve bütün Hıristiyan devletlerinin başındaki bir şemsiyedir. Aldıkları diyalog kararıyla, yanındaki ve etrafındaki devletlerin sömürgelerini devam ettirmek ve kendi dışındakileri sömürmeye devamlı hale getirmek istiyorlar.

Alman Filozof Nitche şöyle diyor: “Hristiyanlık bizi antik kültürün birikiminden mahrum bıraktı, daha sonra da İslam kültürünün birikiminden mahrum bıraktı.”  Alman filozofu Nitche’ye hak vermemek mümkün değildir. İnsanlığın başına gelecek büyük bir felaketin kuvvetle muhtemel müsebbibi, dini tebliğini siyasi çıkarlara hizmet ettirecek kadar şaşırmış Hristiyanların ihtirasları olacaktır.

Bizim iyi niyetli diyalogcularımız zannettiğinin aksine, Vatikan misyon çerçevesinde barışı değil maalesef bölücülüğü teşvik etmektedir. Vatikan'a bağlı yayın organlarında, “The World Catholic Report”, Türkiye'yi karalamaya ve tüm Hıristiyanları PKK'ya destek vermeye çağrılmaktadır.

Diyaloğun Müslüman tarafının en azından dünya barışına katkıda bulunma, savaşları önleme, nihilizme, ateizme, fakirliğe, cinsel sapıklığa, insanı çürüten bütün değer yargılarına karşı kilise ile beraber hareket etmek gerekir, şeklindeki saf ve temiz yaklaşımlar karşı tarafın samimiyetsizliğinden ve diyaloğu mutlaka Hristiyan misyonu bir parçası olarak algılamış olmalarından dolayı, gerçek hayatta  uygulama alanı bulunmayan iddialardan başka bir anlam taşımaz.

Kiliseler İslam ve Müslümanlar söz konusu olunca kesinlikle menfi bir tavır almaktadırlar. Bu bize diyaloğun tamamen göstermelik olduğunu ispat etmektedir. Bizim diyalogcular iyi niyetli temiz ve saf olabilirler ama cehenneme giden yolun iyi niyet taşlarıyla döşendiği unutulmamalıdır. Ayrıca şeytan ayrıntılarda gizlidir.

Diyalogdan amaç Türkiye'yi Hristiyanlaştırmak ve topraklarını ele geçirmektir. Bir Amerikan Koleji'nin müdürü George Edward White, İstanbul'daki Bible House (İncil Evi) müdürü olan Federic Gudsel’e şunları söylüyordu: “Hıristiyanlığın en büyük ve en muntazam rakibi İslamiyettir. Türkiye en güçlü Müslüman ülkedir. Gerekirse bu amaca ulaşmak için 500 sene bekleyeceğiz. Nihayet buna muvaffak olacağız. Ve unutmayalım ki mukaddes hizmetimiz sona erinceye kadar pek çok şehit kanı akıtacağız.”

Hristiyanlar bugünlerde iki şeyin üzerinde fazlaca duruyorlar. Birisi Hıristiyanlığın  özellikle İslam ülkelerinde meşru bir din olduğunun kabul edilmesi, diğeri de Hıristiyanlığın Batı medeniyeti demek olduğunun zihinlere yerleştirilmesidir. Hıristiyanlığın Batı medeniyeti ile bir ilgisi yoktur. Çünkü Hıristiyanlık bir medeniyete kaynaklık edecek ne teoriye ne de müesseselere sahiptir. Aslında Batı medeniyeti Hristiyanlığa tepki olarak doğmuştur. Kilisenin Batı toplumuna baskısının ağır olduğu dönemlerde, Batı medeniyeti gelişme gösterememiştir. Baskının hafiflediği dönemlerde ilerleme kaydedilmiştir. Batı medeniyetinin kaynağı Roma hukuku ile Yunan felsefesidir. Kilisenin %55'lere varan mensuplarını kaybetmesinin, yani kendisine uyanların ateistleşmesinin sebebi, Hıristiyanlığın insanları aklen ve ruhen tatminden uzak oluştur. Çünkü insanları manen doyuramamaktadır.

Müslümanları Hristiyanlaştırmak için Batı hayat tarzını ve kültürünü benimsetmeye çalışılmaktadır. Hristiyanların geleneksel kutsal günü ve gecelerini kendi kültürleri gibi uygulamaya koymaları sağlanmaktadır. Noel, sevgililer günü gibi kavramlar bu amaçla toplumumuza sokulmuştur. Protestan kökenli fundamentalist gruplar dinler arası diyalog ve misyonerlik faaliyetlerine etkili destek vermektedir. Örneğin işgal ettikleri Irak'ta, Türkiye'nin güneydoğusunda ve Kuzey Irak'ta on binlerce İncil dağıtılmaktadır. İstanbul'da yüze yakın kilise evleri devreye girmektedir. Bizans tarihi, Bizans sanatı, Bizans müziği, Bizans yaşam biçimi gibi seminerler düzenlenmektedir. Türkiye'de bazı yerli yazarlar, “Hepimiz Allah'ın çocuklarıyız” şeklindeki aslı kilise doktrininde yeri olan bu cümleden yola çıkarak Kuran ve Peygamber'i dışlayan yeni bir din projesi ortaya atmaktadırlar.

V. Paul II. Vatikan konsülünde diyaloğun gerçek amacı hakkında şunları söylemektedir: “ İncil, her yaratığa İncil’i vaaz için tüm dünyaya yayılın, der. Ben ise buna şunları da ilave ediyorum: Misyonerlik için yeni yollar hazırlamak, yeni aksiyonlar, enerjiler meydana getirmek gerekir.” Bu düşünce ile ve diyalog şemsiyesi altında misyon faaliyeti yaptılar. Bu bağlamda Türkiye'deki ilahiyat fakültelerinde seminer ve diyalog toplantıları yapmak için Michael Thomas Vatikan tarafından görevlendirildi.

Teoloji konularda diyalogdan bir sonuç çıkmayacağı açıktır. Zira Hristiyanlar ne teslis inancından vazgeçeceklerdir, ne de İslam'ın Allah'ın gönderdiği din, onun Peygamberi hak ve son bir elçi olarak kabul edeceklerdir. Aynı şekilde Yahudiler de asla İsa’nın sahte Mesih olduğu iddiasından vazgeçip,  İsa’yı ve aynı zamanda İslam dininin Peygamberini hak olarak kabul edecektir. Bu nedenle diyalog sadece bir Hıristiyanlık propagandası aracı olarak kalacaktır.

Hristiyan ve Yahudi dünya asla samimi olmamıştır. Felsefi ve ideolojik radikal inançsızlığını da bu dünyalar üretmiştir. Diğer dünyaların sapma ve kötülükleri adi ve sıradan sapma ve kötülüklerdir. Bir temel felsefeye dayalı ve radikal fikir sistemine malik değildir. Dolayısıyla onlarla mücadele daha kolaydır. Öteki ise zırhlı ordular gibidir. Müşterek düşman dedikleri sapma ve inançsızlıklar ile mücadelede Batı Hıristiyan dünyası, birkaç ruhban hariç, samimi davranmamış, siyasi, sosyal ve iktisadi menfaatler gözetilerek hareket etmiştir. Müslümanlar bu konuda hayalperest davranmış, sonunda hep sürpriz ile karşılaşmışlardır. Düşmanlığın müşterek düşmanlara değil önünde sonunda kendilerine döndüğünü görmüşlerdir.

1965'ten sonra yani diyalog kararından sonra, dünyada zengin ve fakir uçurumu artmış mıdır, azalmış mıdır? Buna bakmalıdır. Görünen o ki toptan zenginleşme görünümü altında, taraflar arasındaki uçurum her geçen gün derinleşmiştir. Burada “Diyaloga Ne?” diyemiyoruz, çünkü müşterek kötü gidişin en büyüğü olan bu durumun çözümü, dinler arası diyaloğun hedeflerindendi. Bu konuda ruhban ya samimi değildi, ya da başarısız oldu. Hangisinin doğru olduğunu bütün dünya görmektedir.

Batı dünyası, Müslüman Türkler üzerinde bir taraftan samimiyetten uzak laik vurgusuyla, bir taraftan diyalog istismarıyla onları yumuşatmayı, kendisi için zararsız hale getirmeyi denemektedir. Arada sırada hakikati arayan kaliteli ve yüksek seviyeli batılılara ait münferit vakalar bu projeyi değiştirebilmiş değildir. “Ortak iman” ifadesi dini hakikatin ortaya çıkışından ziyade, kilisenin de hoşuna gitmese bile, kapitalizmin yeni yüzü küreselciliğe hizmet etmektedir.

Batı medeniyeti dediklerinin iki ana özelliği öne çıkmış görünüyor: Birincisi aşk yok olmuş yerine şehvet geçmiştir. İkincisi samimiyet kalkmıştır. Samimiyetin kalkması yaşanan gelişmelerde de apaçık görülmektedir. Bir taraftan içki üretir, reklam yapar, diğer taraftan içkiye yasaklar getirir. Bir taraftan ahlaktan bahseder, diğer taraftan porno film oynatır. Bir taraftan genelev ve benzeri yerleri kurar, diğer taraftan evliliklere sınırlama getirir. Bunun gibi sayılamayacak kadar önemli kusurları yaşayan bu medeniyette görülen o ki, diyalog da samimiyetsizlikten nasibini almıştır.

Müslüman Türk vatandaşı soruyor: Bütün şer odakları olanca hızıyla atakta iken, her türlü bela üzerimize üşüşmüşken, her şey bitti de Hıristiyanlarla diyalog mu kaldı? Aynı dünyada yaşıyoruz, dertlere birlikte çare bulacağız, buna Bush’un ve Papa'nın samimi olarak inandığı gün biz de varız diyorlar.

 

İslami Diyalog Nasıl Olmalıdır ?

Samimi ve açık bir diyalog ancak Kuran'ın şu ilahi çağrısı ile mümkündür:

De ki, ey kitap ehli, sizinle bizim aramızda ortak olan bir söze geliniz. Allah'tan başkasına kulluk etmeyelim, ona hiçbir şeyi eş tutmayalım ve Allah'ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilahlaştırmasın. Eğer onlar yine yüz çevirirlerse deyin ki şahit olun biz Müslümanlarız.” (Ali İmran, 3/64)

Bu ayet açıkça dini anlamda diyalog için tevhid inancını ön koşul olarak ileri sürmektedir. Allah'a şirk koşulmayacaktır. Bunun aksini iddia edenler samimi değillerdir.

Din, sadece İslam dinidir. İslam'ın kabul ettiği, benimsediği başka bir din yoktur. Çünkü Allah şöyle buyuruyor: “Allah katında makbul olan din İslam’dır.” (Ali İmran, 3/19). “Kim İslam’dan başka bir din ararsa,  asla kendisinden kabul edilmez.” (Ali İmran, 3/85).

Hıristiyanların teslis inancına karşı olan ayetler:

Allah'a ve peygamberlere inanın, Allah üçtür demeyin.” (Nisa, 4/171)

De ki Allah birdir. Doğurmamış ve doğurulmamıştır.” (İhlas,112/1-3)

Allah Meryem oğlu Mesih (İsa) dır diyen gerçekten kafir olmuştur.” (Maide, 5/72)

And olsun ki, Allah üç ilahtan üçüncüsüdür diyenler kafir olmuşlardır.” (Maide, 5/73)

Bu ayetlerden  anlaşılıyor ki diyalog şemsiyesi altında teslis anlayışını onaylamak asla mümkün değildir.

Bir Hadiste Yahudi ve Hıristiyanların İslam dinine uymak zorunda oldukları şöyle ifade edilmektedir:

Muhammed'in nefsi yed-i kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki, eğer bu ümmetten bir Yahudi veya Hıristiyan beni işitir de, sonra benimle gönderilene (Kuran'a) iman etmeden ölürse, muhakkak cehennemlik olur.” (Müslüm)

Diyalog insanlar arasında olur, dinler yani müesseseler arasında diyalog olmaz. Din mensupları arasında diyalog olabilir ve bu diyalog müesseseye zarar vermeyecek tarzda ve sınırda tutulmalıdır.

Bir Müslüman açısından “dinler” değil, “din” vardır ve o da İslam'dır. Diğer dinler tahrif edilmiş ve geçerli değillerdir.

Her şeye, mesela üçleme, oğul, İsa, Rab inanışına hoşgörü uygulanamaz.

Müslümanlar bugün diyalogda tavizden de öte “doğruyu eğriyi karıştırma” seziyorlar. Eğer dinde diyalog yapılacaksa, Kuran ve sünnetin dışına çıkılmamalıdır.

En uygun diyalog inançsızlara, kötülüklere karşı anlayış müşterekliği ve işbirliğidir. Toplumları beraberce iyileştirme faaliyetleridir. Ancak bunun hayalde kaldığını görüyoruz. 1976'da Libya Trablus’ta Kaddafi'nin finanse ettiği “İslam - Hristiyanlık Diyaloğu Semineri”nde dinsizlikle, Tanrısızlıkla, komünizm ile ahlaksızlıkla, hırsızlık, vurgunculuk ile ilgili konular yer almamıştır. Bu seminerde ele alınan konular şunlardır:

1) İslam ve hıristiyanlığın modern dünyada bir hayat ideolojisi olma şansları,

2) Tanrı inancının sosyal adalet idealine erişmedeki rolü,

3) İslam ve Hristiyanlık arasındaki ortak inanç temelleri,

4) Batıl itikatlar ve iki dinin müntesiplerini birbirine düşüren hurafelerle mücadele metotları.

Bu diyalog semineri üzerinden 40 yıl geçti. Filistin ve Kudüs konusunda ilerleme değil gerileme kaydedildi. Papalık hiçbir şekilde kılını bile kıpırdatmadı.

Ne Yapmalıyız?

Misyonerlik ve dinler arası diyalog gibi batı emperyalizmine hizmet eden faaliyetlerle mücadele edebilmek için iyi bir İslami eğitim ve öğretimin yanında, hem Hıristiyanlığı hem Yahudiliği hem de Dünyada yaşayan Budizm, Hinduizm gibi dinleri ve onların yayılma metotlarını çok iyi bilen, en azından papaz, piskopos ve kardinal düzeyindeki misyonerlerle tartışılabilecek, mücadele edebilecek ilahiyatçı ve din kültürü ve ahlak bilgisi hocalarının yetiştirilmesine önem verilmelidir.  Zira, küresel bir köye dönüşen dünyada sadece polisiye tedbirlerle misyonerlik ve bölücü faaliyetler ile mücadele etmek mümkün değildir. Herhangi bir fikir, doktrin ve benzeri akımlarla mücadele etmenin en etkin biçimi, onları inkar etmek yahut yasaklamak değil, onların dayandığı temel argümanları tüm incelikleriyle bilmekten geçmektedir. Çünkü düşmanın dayandığı, ona güç ve kuvvet veren temel paradigmayı çözemeyenler ne ile savaştıklarını dahi anlayamazlar.

Radikal İslam, köktendinci İslam, siyasal İslam, militan İslam, ılımlı İslam, Modern ve post modern İslam gibi indirgemeci, bölücü, çözücü yaklaşımlarla İslam'ın yapısını değiştirmeye, dönüştürmeye ve yeniden inşa ederek imajını sabote etmeye çalışılmaktadır. Bu yöndeki kavramsallaştırmalara ve anlamlandırmalara prim verilmemelidir. Çünkü bütün bu kavramlar ve anlamların çerçevesi, batının dinsel ve siyasal serüveninde geçerli olan kavramlardır.

Medeniyetimizin parlak dönemlerinde olduğu gibi ilim, hikmet, irfan, meşveret, yardımlaşma, kültür, sanat, medrese dendiği zaman akla camilerin merkezini oluşturduğu bir anlayış ve yapılanma gelmelidir. Zihinleri ve hayal güçleri dönüştürülmüş, geleneğimizden kopartılmış insanımız, ancak sıkıştığı zaman camileri hatırlamaktadır. Modern dönemlerde camilere yüklenen bu yanlış ve eksik anlam ve imaj ortadan kaldırılmalıdır.

 

Üç Dinin Ortak Kitabı

Diyalog projesi ile Müslümanları hıristiyanlaştırmak için üç dinin kutsal kitaplarını ele alarak, adına Barış dedikleri yeni bir din oluşturma yolunda olanlar, bir de bu dine kutsal kitap uydurmuşlardır. “The True Furqan” yani “Doğru Kuran”, işte yeni dünya düzeni, yeni dini ve yeni kitabı. Böyle bir kitap yazılmadan önce bunun alt yapısını teşkil edecek çalışmalar yapıldı. Bu çalışma  hem de Müslümanlara yaptırıldı. Bunun için yazılan tefsirlerde Kuran-ı Kerim ayetlerinin sonuna tahrif edilmiş İncil, Tevrat ve Pavlus'un mektuplarının ilgili bölümleri ve sıra numaralarını referans olarak yerleştirildi.

ABD'nin Teksas eyaletinde Evanjelistlere ait Omega 2001 ve Wine Pres yayınevleri tarafından “Furkan’ul Hakk /The True Furqan” adıyla piyasaya sürülen kitap, Arapça ve İngilizce olarak basılmıştır.  Bu kitap, Evangelist rahip Anis. A. Shorrosh tarafından derlenen, giriş ve sonuç kısımları haricinde 77 bölümden oluşan, 368 sayfalık bir kitaptır. Shorrosh ise Filistin kökenli bir Arap -Amerikan rahiptir.

Üç dinin kitabı olarak tanıtılan kitabın CIA tarafından hazırlandığı belirtiliyor. İslam coğrafyasının Hristiyan, Yahudi toprağı olduğu ve Bush’un demokratikleşme projesi ile bu coğrafyanın hıristiyanlığı açılacağı ifade ediliyor. 21. yüzyılın kutsal kitabı olarak tanıtılan kitap “Barış Kitabı” ve “Üç Dinin Kitabı” olarak da isimlendiriliyor.

Hristiyan dünyayı muhatap alırken karşı tarafı Müslümanlık değil, Müslüman fertler olarak görmektedir. İslam'ın bir kurtuluş yolu olduğundan hiç bahsetmemektedir.  Oysa İsa Mesih'in kurtarıcılığını dile getirmektedir. Merkezlerde Hristiyanlık vardır. Kilise için diğerleri Hristiyanlığın şefkat, sevgi, merhamet kanatları altında kilise evlatlarıdır.

 

Sevgi Felsefesi

Sevgi diyaloğa dini bir dayanak yapılmaktadır. Buna daha çok Hristiyanlar başvuruyor ve misyonerlikte kullanıyorlar. Sevginin dinde önemli bir yeri vardır. Fakat sırf sevgiden din doğmaz. Yanı sıra ibadet, ahlak ve hukuk da olmalıdır. Sırf sevgi felsefesinde kalmak veya dini sevgi ile odaklandırmak, insanın kurtuluşuna yetmez. Hele aldatıcı sevgi zarara bile yol açabilir.

Sevgiden hoşgörü doğar. Ancak bu hoşgörü kişiseldir. Toplum için ve dini kurallar için hoşgörü olmaz. Müslüman diyalogcularca sevgi konusu abartılarak başka taraflara çekilmektedir. Dini bir hümanizmaya çevirmiştir. Onlara göre Müslümanların eksikliği evrensel olarak yayılmış sevgi kavramıdır, bütün insanlık bu fikri benimsemeli ve ona sarılmalıdır. Onlar diyor ki amacımız başkalarını Müslüman yapmak değil, barış ve diyalog mesajını her yere yaymaktır. Diyalogcu bir hanım öğretmen şöyle diyor: “14 - 17 yaşlarındaki çocuklara ahlak ve adabı muaşeret öğretmek yeterlidir. Din konusunu bu çocuklara açmak çok erkendir. Kendi din görüşümü çocuklara aşılamayacağım. Din seçmek konusunda kişi kendi kendine karar vermelidir.” İşte diyaloğun manası ve hedefi budur. Bir ilahiyat fakültesinde okuyan ve Müslümanken Hristiyanlığı seçen bir kız öğrenci sebebi sorulunca şöyle cevap vermiştir: “Sevgi; İslamiyette bu sevgiyi bulamadım.”

Bazı ilahiyatçılar  Müslümanlara şunları söylemektedirler: “Allah’ın sizin kuru kuruya ibadetlerinize ihtiyacı yoktur. O’nu sevin yeter.” Böylece İslam sadece bir sevgi felsefesine dönüştürülmektedir. İslam’da Allah’ı sevin diye ne bir ayet vardır, ne de bir hadis. İslam ancak şunu emretmektedir: Peygambere itaat edin ki, Allah ta sizi sevsin. Bu yaklaşımların amacı İslam’ı dejenere etmektir. Sevgi kelimesi Hıristiyanlıkta Tanrı anlamına da gelmektedir.

 

Diyalogcuların Görüşlerine Bazı Eleştiriler

1) Diyalog projesi “Dinler arası diyalog”  manşeti kullanarak Hıristiyanlığın Müslümanlar tarafından gerçek bir din sayılmasına çanak tutuldu. Ancak Vatikan Hıristiyanlıktan başka bir hak dinin olmadığını kabul etmiştir. O zaman bu eşit şartlarda bir diyalog değildir. Burada hedef kitle Müslümanlardır. İslam’ı tam içine sindirememiş olan Müslümanlar, bu manşetle kolay bir şekilde İslam'ın tek hak dini olduğu gerçeğini terk edebiliyorlar.

2) Diyalogcular “Üç hak din, üç semavi din, üç ilahi din, üç İbrahimi din” söylemini kullanıyorlar. Vatikan'a göre bu üç din içinde İslam yoktur. Çünkü onlar kendi dinleri olan Hıristiyanlıktan başka bir dini  hak kabul etmiyorlar. Kuran'da gerçek din, tek ve İslam olduğu ifade edilmiştir (Ali İmran,3/19). Diyalogcular ayetleri saptırarak diğer dinleri de hak dini olduğunu ispata çalışıyorlar.

3) Bazı tefsir yazarları, İslam'ın tebliğ ve davetini diyaloğa çevirerek yaptırıyorlar. Diyaloğun empoze olmadığını, karşılıklı yakından tanışma, çay kahve içme, insanlara faydalı kararlar alma olduğunu ifade ediyorlar. Fakat bu projede nedense hep Hıristiyanlığın tanıtılması yapılıyor. Hatta camilerde hocalar kürsülerde İncil’in özelliklerini anlatıyorlar. Böylece Hristiyanlık Müslümanlar için cazip olan bir din olarak gösterilmek isteniyor.

4) Yahudilere ve Hıristiyanlara Kuran'dan meşruiyet çıkaran ilahiyat profesörleri, ayetlerin mevcut  İncil ve Tevrat'taki metinlerle irtibatlarını kurarak, Kuran'daki Arapça kelimeleri Süryanice ve İbranice asıllar icat etmişlerdir. Bunu alkışlayan Hristiyan dostları da şöyle söylemektedirler: “Biz Muhammed'in Kuran'ı intihal (çalma) ile meydana getirdiğini söylüyorduk, kimse inanmıyordu. Bakınız hakikat aşığı iki profesör bizim söylediklerimizi teyit etmektedirler. Ey gafiller, siz de bunları dikkate alarak uyanın.”

Bugünkü tahrif edilmiş Tevrat ve İncil'in Kuran ayetleri ile irtibatlandırılması gerçekdışı olup Kuran ve İslam'a hakarettir. Bu şekilde davranan diyalogcuların aslında amaçları farklıdır. Bir ilahiyat profesörünün ifadesi ile “Müslüman ve Hristiyan ümmetler, Hz. İsa'nın şahsiyeti etrafında bütünleşerek, hem kendilerini hem de bütün insanlığı kurtarmaya yönelmeleri hepimizin ideali olmalıdır.” Bu ifadeler açıkça Hristiyanlık propagandasıdır. Burada diyaloğun amacının Hıristiyanlığı yaymak olduğu açıktır.

5) Diyalogcular bir Müslüman kadınla, İslam’a girdiği söylenen bir Hıristiyanın nikahını müftü, haham ve papazın önünde bir camide kıydılar. Bunun anlamı nedir? Camide müftü varken, haham ve papaza ne gerek vardır. Eğer bunlar gayrimüslim iseler, müftüye ne gerek vardır. Bu şekilde dinler birleştirilmiş mi oluyordu?  Nitekim nikahı kıyılan Amerikalı, nikahtan sonra şunları söyledi: “Şimdi ben hem Hristiyan hem Müslümanım.” İslam'a tamamen aykırı olan bu durumla diyalogcular, İslam’la Hıristiyanlığın birbirlerinin geçerliliğini kabul ettiklerini halka duyurmak istemişlerdir.

6) Diyalogcular “Kafire kafir demek müminin vazifesidir değildir. Kafir demek insanın insanlığa bir saygısızlığıdır.” diyorlar. Oysa bu Kafirun suresine aykırı olduğunu bilmiyorlar mı? Bu surenin başında “Ey kafirler! deyin” denilmiyor mu?

7) Hatay'da yan yana inşa edilen üç mabetli “Dinler Bahçesi” adı verilen mabedin açılması, diyalogcuların değirmenine su taşımaktadır. Çünkü İslam’ın daima Hristiyanlık ve Yahudilik ile birlikte beraber gözükmesi İslam dışı dinlerin meşru kabul edilmesinin ifadesidir. Oysa bu İslam'a aykırıdır. Çünkü İslam'a göre diğer dinlerin geçerliliği yoktur (Ali İmran, 3/19).

8) Hristiyan ve Museviliğin menşe-i itibari ile de hak din olduklarının söylenmesi de mümkün değildir. Çünkü her iki dinin meşru kitaplarında Hz. Muhammed'in geleceğinin müjdesi vardır. Ve o geldiği zaman kendisine tabi olunması gerektiği söylenmektedir. Dolayısıyla bugünkü Hristiyan ve Yahudilerin inandık dedikleri şeylerin Hz. Musa ve Hz. İsa ile alakası yoktur. Bunlara hak dini diyenler de hata ediyorlar. Bunlara Musevi, İsevi de denmez. Onların tebliğ ettikleri din geçmişte kalmıştır. Hz. Muhammed'den sonra başka hiçbir peygambere tabi olunmaz. Çünkü onların şeriatleri ortadan kalkmıştır.

9) Hz. İbrahim peygamberlerin atasıdır.  Üç dine İbrahimi dinler denmesi saçmadır. Hz. İbrahim'in kaç tane dini vardır. Bir dini vardı da, üç kola mı ayrıldı. Hakka ve tevhide yönelik İslam dininden başka İbrahimin dini oldu mu? İbrahim'in İslam'ı tebliğ dışında küfürle ve şirkle  ilgisi oldu mu ki, bu küfre ve şirke bulaşmış ehli kitap ile ilişkisi olsun.

10) Hristiyanlar Hz. Muhammed'e iman etmezler, onun peygamber olduğunu kabul etmezler. Ancak Hristiyanlar, Hz. Muhammed'e iman etmemekle peygamberler silsilesindeki bütüne de karşı çıkmaktadırlar. Nasıl bir Müslüman peygamberlerden birisini kabul etmemekle bütün peygamberleri inkar etmiş sayılırsa, bir Hristiyan da Hz. Muhammed'i kabul etmemekle kendi peygamberini de, bütün peygamberleri de inkar etmiş olur.

Eğer onlar senin Peygamberliğini yalanladılarsa, senden önce açık deliller, hikmetli sayfalar ve aydınlatıcı kitap getiren Peygamberler de yalanlanmıştı.” (Ali İmran, 3/184)

11) Ülkemize yönelik bölücü ve yıkıcı faaliyetlerin içinde de bunlar vardır. 1821'de Patrik Gregorios vatana ihanetten cürmü meşhut olmuş ve idam edilmiştir. Gregorius'un idam edildiği kapının o günden beri kapalı tutulması, Türk Devletine meydan okuma ve Ortodoks Hristiyanları arasında Türkiye Cumhuriyeti'ne olan kini ayakta tutma hareketidir.

12) Kelime-i tevhidin ikinci cümlesini söylemeyenlere ve Peygamberimizin peygamberliğini kabul etmeyenlere rahmet nazarıyla bakılmasından bahsediyorlar. Müslümana herhangi bir peygambere inanmamak ruhsatı veriliyor mu ki, Müslümanın dışındakilere böyle bir ruhsat tanısın. Muhammed'i tanımamanın, Kuran'ı, kendi kitaplarını, vahiy meleklerini tanımamak manasına geleceğini, Peygamberlere imanın iman esaslarının omurgası olduğunu, peygamberleri oradan çıkarırsanız dinin, İslam'ın, ibadetlerin ortadan kalkacağını bilmiyorlar mı?

13) Kuran, önceki kitapların hem söz olarak hem de tevil yoluyla tahrif edildiğini açık bir dille belirtiyor:

 “Artık o kimselerin vay haline ki, kendi elleriyle kitap yazarlar da, sonra biraz para almak için “bu Allah katındandır” derler. Artık vay o elleriyle yazdıkları yüzünden onlara, vay o kazandıkları vebal yüzünden onlara!” (Bakara, 2/79) 

14) Diyalogda, çağdaş misyonerlikte insanlara Hıristiyanlığı benimsetmek için her yol mubahtır. Geçmişte Afrika'da misyonerlik yapanlar köle tüccarları ile işbirliği etmişlerdir. Tüccarların misyonerleri desteklemesi için misyonerler köle ticaretine karşı çıkmamışlardır. Misyonerlik ile birlikte tarihi eser kaçakçılığı ve antika kaçakçılığı yapmışlardır. Gittikleri her yerde etnik ayrılıkçı hareketleri alevlendirmişler,  içine girdikleri toplumları kendi kimliklerine ve değerlerine yabancılaştırmışlardır.  1999 depreminden sonra Adapazarı bölgesine yerleşen misyonerler, 3500 insanımızı para vererek Hristiyan yapmıştır. Hıristiyanlaştırmada para, kadın, vize sağlama, prim verme şeklinde bütün metotlar kullanılmıştır.

 

Yorum ve Eleştirileriniz için :  yorum@ilimvetasavvuf.com

Ana Sayfa      Yorumlar

 

Dinler Arası Diyalog

Yayınlanma Tarihi: 12.02.2020

“Eşhedü en la ilahe illallah,

Ve eşhedü enne Muhammeden Abduhü ve Resuluhü”

(Şahadet ederim ki, Allah’tan başka ilah yoktur,

Ve yine şehadet ederim ki Muhammed (sav)

O’nun kulu ve Peygamberidir.)