Hakkı Şiştar (ks) Hazretlerinin Hayat Kıssası

İstanbul’da gerçek bir Allah dostu, gerçek bir veli, gerçek bir kutup, gerçek bir kamil-i mürşid  geldi ve geçti. Çok az insanın yakından tanıdığı  bu Allah dostunun adı  Hakkı Şiştar (ks) dır.  Hakkı Bey, takriben 1900 yıllarında  Üsküp Makedonya’daki  Preşova kasabasında dünyaya gelmiştir. Buradan, mübadele zamanında  ailesi ile birlikte Edirne’ye göçmüş ve oradan da Ankara’ya gelmiştir.  Eğitimi hakkında bugün herhangi bir bilgiye sahip değiliz. Ancak kendisinin Osmanlıca Türkçesini çok güzel yazıp ve kullandığını bıraktığı bazı notlardan anlıyoruz. Bununla beraber, kendisinin  TC Devlet Demir Yollarında  müfettiş yardımcısı olarak çalıştığını ve  genç yaşta buradan  emekli olduğunu biliyoruz. Hakkı Bey emekli olduktan sonra İstanbul’a gelip yerleşmiştir. İstanbul’da 1979 yılında vefat etmiştir. Kabri  Topkapı mezarlığındadır.

Hakkı Bey’i tanıyan insanların anlatmalarıyla, onun manevi hayatı hakkında elimizde bazı bilgiler mevcuttur. Hakkı Bey,  kırk  yaşlarında iken  Hacı Bayram Veli Hazretlerinin talebesi olmuş ve ondan ledünni ilmi  öğrenmiştir. Kendisi maneviyata girişini  şöyle anlatmaktadır: “Bir gün trenle İzmir’e teftişe gidiyordum. Bulunduğum kompartımanda karşıma bir zat oturdu ve bana İzmir’de otele indiğimde akşam namazından sonra çekmek üzere bir tespih verdi. Ben de, otele gelip akşam namazını kıldıktan sonra bu tespihi çektim. Tespihi çeker çekmez, tespihi veren zat ile  Hacı Bayram Veli Hazretleri  karşımda zuhur ettiler. Hacı Bayram Veli Hazretleri  o zata, “Bu bizim talebemizdir, onu biz yetiştireceğiz” dedi. Bunun üzerine diğer zat peki diyerek kayboldu. Bundan sonra Hacı Bayram Veli Hazretleri bana her gece gelerek manevi ilimleri (ledünni ilmi) öğretti.”

Hakkı Bey, namazlarını aksatmadan kılabilmek için ikindi namazını bürosunda masasının arkasında kılardı. Ancak tek parti yönetiminde memurların bürolarda abdest almaları ve namaz kılmaları yasaklanmıştı. Bu husus genel müdürlük tarafından bütün memurlara tebliği edilince memurlar bürolarda abdest almak ve namaz kılmaktan kanun hükmüyle vazgeçtiler. Ancak Hakkı Bey ikindi namazlarını büroda kılmaya devam etti. Birgün genel müdürlükten bir görevli gelip kendisine büroda namaz kılmamasını bildirdi. Bunun üzerine Hakkı bey çekmecesini açıp içindeki hançeri görevliye göstererek şöyle dedi: “Kim ben namaz kılarken bana dokunursa onu bu hançerle vururum.” Haber genel müdüre gidince genel müdür, Hakkı beye büroda ikindi namazını kılması esnasında dokunmayın, fakat diğer bütün memurlara mani olun talimatını verdi. Hakkı beyin bu kesin tavrı karşısında bir şey yapamayan devlet onu haksız olarak doğu Anadolu’nun trenin gittiği en uç noktaya tayin etti. Hakkı bey bu tayin emrine uymayınca resen emekli yapıldı. Erken emeklilik onun emekli maaşının az olmasına neden oldu. Manevi yoldaki harcamaları fazla olduğundan zor duruma düştü. Kendi geçimini göz ardı ederek emekli maaşının büyük bir kısmını manevi ziyaretlerinin masrafları için kullandı. 

Hakkı Bey, aldığı manevi eğitimle velayet makamının en yüksek mertebelerine ulaşmıştır. Devrinin kutbu olmuş ve manevi yolda birçok hizmetlerde bulunmuştur. 

Hakkı Bey, emekli olduktan sonra İstanbul’a yerleşmiştir. İstanbul’da uzun bir süre  Kadırga semtinde ve daha sonra  da Fındıkzade’de mütevazi bir hayat sürmüştür. Türkiye’deki bütün evliyaları tanıyan ve onları kabirlerinde ziyaret ederek hizmette bulunan bir kişidir. Bunun için gece ve gündüz devamlı seyahat etmiş, bütün Allah Dostlarının kabirlerini ziyaret ederek onlarla manevi görüşmeler yapmıştır. Ancak bu görüşmelerin mahiyeti yakınları tarafından bilinmemektedir.

Hakkı Bey, bütün parasını Allah yolunda bu şekilde harcamıştır. Geliri sadece emekli maaşı olmuştur. Kimseden hiçbir şekilde maddi yardım kabul etmemiştir. Daima kiracı olarak ömür sürmüştür. Vefatında oturduğu evde, geriye sadece bir yatak ve yorgan, çok eski bir hasır masa ve sandalye ve birkaç parça giyim eşyası  kalmıştır.

Hakkı Bey evlenmemiştir. Kendisinin ifadesine göre, yaşadığı manevi hayatın ve hizmetlerin, bir evlilik müessesi içinde yerine getirilmesi imkansızdır.

Hakkı Bey’in İstanbul’da sadece iki müridi vardı. Bir de  Lüleburgaz’da eskiden bir müridi olduğunu kendisi ifade etmiştir. Ancak bu mürit bugün bilinmemektedir. İstanbul’daki iki müridi hayattadır. Hakkı Bey, müridlerinin  sorunlarının giderilmesinde yalnız hayattayken değil, vefat ettikten sonra bile yardımcı olmuştur.

Hakkı Bey, son derecede mütevazi, eli açık, yardım sever ve sabırlı  bir insandı. Ehl-i Sünnet itikadının  gerçek bir temsilcisi idi. Dışarıdan, kendisinin bir veli ve bir kutup olduğunun anlaşılması kesinlikle imkansızdı. Kıyafeti ve görünüşü  klasik bir devlet memurunu yansıtmaktaydı. Sakalı, cüppesi ve sarığı yoktu. İnsanlara da sadeliği öğüt verir ve aşırılıklardan kaçınmalarını tavsiye ederdi.  Ahreti kurtarmanın yolunun, beş farz ibadeti yerine getirmek, anne babaya iyilik yapmak, hayırlı işlerle uğraşmak, doğru olmak, yalan konuşmamak ve haram yememek olduğunu  ifade ederdi.

Hakkı Bey, kendisinin ifadesiyle Melami idi. Ancak onun manevi dünyasını, etrafındakilerin anlaması çok zordu. Bu konuda fazla açıklama yapmazdı. Bazen cezbe halinde yaşar ve etrafındakileri tanımazdı. Kendisinin birçok kerametini gören insanlar vardı.  Bu bakımdan çok sevilir ve herkes, ondan yardım ve dua için ziyaret ederdi. O da insanlara kendisine izin verildiği sürece yardımda bulunur ve dua ederdi .

Hiçbir şekilde siyasetle ilgilenmemiştir. Müridlerine de siyasetle uğraşmamalarını  tavsiye ederdi.

Hakkı Bey, öğrendiği ilimleri ömrünün sonuna doğru kaleme alıp kitap haline getirmek istese de,  Allah Teâlâ tarafından müsaade edilmemiş ve kendisinin ifadesiyle, bu bilgilerin kendisiyle birlikte ahirete gideceğinin bildirildiğini  ifade etmiştir.

Allah, bütün dostlara onun şefaatini nasip eylesin. Amin.

 

Bir Gerçek Veli ve Kâmil-i Mürşid  Hakkı Şiştar (ks) ın  Kerametleri

Bir gerçek Veli ve Kâmil-i Mürşid olan Hakkı Şiştar (ks)’ın hayat kıssasını yukarıda  anlattık. Hakkı Bey hakkında yakınında bulunan insanların naklettikleri  keramet ve menkibelerinin bir kısmını aşağıda ifade ediyoruz.

 

Bir müridi bir gün bir gazetecinin köşe yazısında, Katolik Kilisesinin ileri gelenlerinin  1950 yılında İstanbul’a gelerek, Ayasofya’da  Hz. İsa (as)’ ı beklediklerine dair bir haber okudu. Papazların ifadelerine göre, kendilerine  Hz. İsa’nın  Türkiye’ye geleceği haber verilmiş. Onlar da Hz. İsa olsa olsa Ayasofya’ya gelir diye düşünerek, Ayasofya’da birkaç gün beklemişler. Fakat Hz. İsa gelmeyince Roma’ya geri dönmüşler.  Mürid bu yazıyı Hakkı Beye okumuş ve bu konuda herhangi bir bilgisinin olup olmadığını sormuş ve Hakkı Beyde cevaben şöyle anlatmış: “Evet, o tarihlerde  Hz. İsa gelmiştir. Fakat İstanbul’a değil  Ankara’ya gelmiştir. Beraberinde Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) de vardı. Benimle 2 saat kadar görüştüler ve sonra gittiler. Ancak neleri görüştüğümüz sırdır, kimseye söylenmez.”  Mürid merakı üzerine, gelenlerin ruhani mi yoksa bedenleriyle mi geldiklerini ve üzerlerinde  nasıl bir giysi bulunduğunu sorduğunda Hakkı Beyin cevabı şöyle olmuştur:  “Bedenleriyle gelmişlerdi. Onlarla normal birer insan gibi el sıkıştık. Üzerlerinde lacivert takım elbiseler vardı.”  Bu açıklamalar karşısında hayrete düşen mürid, kendi başına kaldığında olayı tekrar tefekkür etmiş ve Allah’ın nelere kadir olduğunu anlamıştı. Bu görüşmenin bedeni olarak  2 saat sürmesinin nedeni, Hakkı Beyin hem Peygamberimizin (sav) ve hem de Hz. İsa’nın ashabı olmasını sağlamak için  Allah Teâlâ’nın bir lütfuydu. Çünkü bir insanın  Peygamberin  ashabı olması için en az 2 saat onunla beraber bulunmuş olması gerektiği  İslam alimleri tarafından ifade edilmiştir.

 

Hakkı Beyin bir müridi bir gün rüyasında cenneti ve cennette insanların saf saf dizildiklerini  görür. Bütün insanlar aynı boydaydı. Fakat Hakkı Beyin boyu hepsinden uzun olarak  cennetteki insanların ortasındaydı. O , cennetteki bütün insanlar tarafından  kolaylıkla  görülebiliyordu. Bu durum, Hakkı Beyin mertebesinin ne kadar büyük olduğunun bir delilidir.

 

Hakkı Bey bir akşam bir dostunun evine gitmişti. Ev sahibinin anlatmasına göre, çay içip biraz sohbet etmişlerdi.  Birden Hakkı Bey, dizleri üstüne oturup, gözleri öne eğik bir şekilde, sessizce bir şeyler okumaya başladı. Okurken kendinde değildi.  Bu durum  15 dakika kadar sürdü. Kendine gelince,  kendisine ne olduğunu sordular. O da, Peygamberimizin (sav) teşrif ettiğini, ona hürmeten öyle davrandığını söyledi. Ev sahibi de, bende odanın ortasında büyük bir ateş gördüm, demek ki sebebi buymuş dedi. Ev sahibi ve oradakiler, Peygamberimizin (sav)  evlerine teşrif etmelerine çok sevinmişler ve Allah’a hamd etmişlerdir. Çünkü Peygamberimizin (sav) bulunduğu mekanlar Allah’ın rahmetiyle  dolup taşarlar.

 

Hakkı Bey, ne zaman  Ankara’ya gitse önce hocası Hacı Bayram Veli Hazretlerinin türbesini ziyaret ederdi. Gene böyle bir ziyarette, yanında bulunan arkadaşının ifadesine göre, birden 20 – 30 kişi ortaya çıkmış ve Hakkı Beyle musaffa yaparak ona büyük saygı göstermişlerdi. Sonradan bu insanlar kaybolmuştu. Bu insanların orada bulunan Allah’ın askerleri olması ihtimal dahilindedir. Hakkı Bey gelişinden haberdar olup onu karşılamak için ortaya çıkmış olmalıdırlar. Kendilerini yanındaki arkadaşına göstermelerinin sebebi de, Hakkı Beyin nasıl büyük bir Veli olduğunu   ona göstermek istemeleri olabilir.

 

1944  yıllarında, Hakkı Bey Ankara’da Cuma namazı için camiye gider. Cami imamı hutbede, İslam’a aykırı bazı sözler sarfedip, kendisinin haklı olduğunu, bunun delili olarak ta kimsenin kendisine itiraz etmediğini söyler. Bunun üzerine Hakkı Bey oturduğu yerden, mimberdeki imama ‘İnsanlar sana cevap veremiyor, çünkü korkuyorlar’ der. Namazdan sonra, Hakkı Bey çalıştığı TC Devlet Demiryolları Genel Müdürlüğündeki ofisine döner. Burada çalışırken, bir polis gelip, kendisine mesaiden sonra karakola gelmesini  bildirir. Hakkı Bey imam tarafından şikayet edildiğini anlar. Mesai bitiminde karakola gider. Karakolda komiser, hakkında devlete isyan ettiğine dair  bir şikayet olduğunu bildirir.  Hakkı Bey de, camideki olayı olduğu gibi komisere anlatır. Ancak komiser imamı haklı bulma eğiliminde olunca, Hakkı Bey kendisinin bir Veli olduğunu, rastgele bir insan olmadığını söyler. Eğer isterse komisere keramet gösterebileceğini, ondan sonra kendisi hakkında karar vermesini ister. Komiser göster bakalım kerametlerini deyince, Hakkı Bey komiserin hanımım evde şu an mutfakta patlıcan doğradığını söyler, komisere telefon ederek sormasını ister. Komiser eve telefon edince gerçekten hanımının mutfakta patlıcan doğradığını öğrenir. Komisere kızının hangi okula kaçıncı sınıfa gittiğini söyler. Bu da doğru çıkınca komiserin şaşkınlığı artar. Hakkı Bey komisere ikinci hanımının ev adresini söyleyeyim mi diye sorunca, komiser telaşla, aman yeter bırak artık inandım der. Hakkı Bey komisere, sana son olarak hocamı göstereceğim ve sonra çıkıp gideceğim, sakın bana herhangi bir şekilde mani olmaya çalışma der. Hakkı Bey hocası Hacı Bayram Veli Hazretlerini çağırır. Hocası bütün heybeti ve ihtişamı ile komisere görününce komiser düşüp bayılır. Gürültüye koşan polisler komiseri ayıltırlar ve bunu Hakkı Beyin yaptığını zannederek komisere “onu yakalayalım mı?” diye sorarlar. Komiser korkuyla, “aman ona dokunmayın bırakın gitsin” der.  Böylece Hakkı Bey Allah’ın yardımıyla galip olarak karakolu terk eder. 

 

Hakkı Bey bir gün otobüsle Ankara’ya giderken, otobüsün mola vermemesi üzerine ikindi namazının kaçacağını düşünür. Bunun üzerine otobüs şoförüne, namaz kılmak için 10 dakika mola vermesini rica eder. Fakat şoför kabul etmez ve yola devam eder. Hakkı Bey hemen tespihine sarılır ve gerekli tespihi çekince otobüs hemen durur.  Şoför ve diğer insanlar otobüsün neden durduğunu anlamak için motor kapağını açarlar ama herhangi bir bozuk durum bulamazlar. Bütün uğraşmalarına rağmen arızanın ne olduğunu anlayamazlar. Fakat otobüs de çalışmamakta ısrar etmektedir. Hakkı Bey bu arada ikindi namazını kılar ve otobüse geri gelir. Bakar ki herkes ümitsiz bir şekilde arızayı bulmaya çalışmaktadır, onlara der ki, “bu arabayı ben durdurdum ancak ben çalıştırırım.” Şoför tabii ki bu söze inanmaz ve “git babalık, otobüsle uğraştığımız yeter bir de senle uğraşmayalım” der. Hakkı Bey sakin bir şekilde yerinde oturmaya devam eder. İnsanlar kan ter içinde kalıp arızayı gideremeyince, son çare olarak Hakkı Beyin teklifini kabul ederler. Hakkı Bey, “her şeyi yerli yerine takın, kapağı kapatın, şoför bey sende geç yerine kontağı çevir, ben izin veriyorum, otobüs çalışabilir” der. Şoför yerine geçip kontağı çevirip marşa basınca araba çalışmaya başlar. Herkes hayret ve korku içindedir. Otobüs tekrar yola koyulur. Şoför 5 dakikada bir Hakkı Bey’e : “Amca bey, namaz kılacak mısın, mola vereyim mi?” diye sorar.  Hakkı Bey cevaben, Ankara’ya yaklaştıklarını akşam namazını otogarda kılabileceğini söyler ve teşekkür eder.

 

Hakkı Bey kutup olduğundan, Allah Teâlâ kendisini, İstanbul’daki bir velinin yaşadığı refah ve saltanatlı hayatı terk etmesini Veli olan kişiye bildirmesi için görevlendirir. Hakkı Bey o Veli zata giderek Allah’ın emrini tebliğ eder. Veli zat, Allah’ın kendisine bol nimet verdiğini, Hakkı Beye de bu nimetlerden verebileceğini söyler. Hakkı Bey bunu kabul etmediği gibi, nimet bol gelse de bir Velinin böyle bir rahat ve saltanat içinde yaşamasının doğru olmadığını ifade eder. Hakkı Bey, Veli olan zata, içinde bulunduğu saltanatı 15 gün içinde terk etmesini aksi halde kendisini dünya hayatından terk ettirip ahirete göndereceğini bildirir. Hakkı Bey bu tebliğden sonra 15 gün bekler. Fakat Veli olan zatın dünyadaki bu bol nimetli hayatın cazibesinden kurtulamayıp onu terk etmediğini görür. Bunun üzerine Hakkı Bey gerekli tespihi çekerek, Allah’ın emrini yerine getirir. Böylece bu Veli zatı vefat ettirerek ahirete gönderir.

 

Hakkı Bey, Lüleburgaz’daki eski dostu olan bir yaşlı aileyi ziyaret etmek ister. Bunun için Topkapı’da otobüse binerken, Allah Teâlâ kendisine bir kilo kaymak alarak götürmesini emreder. Hakkı bey bir kilo kaymak alıp çantasına koyar ve otobüsle Lüleburgaz’a gelir. Eski dostu olan yaşlı aileyi ziyaret eder.  Onlarla sohbet ederken yaşlı hanım kocasını Hakkı Beye şikayet eder. Hanım kadayıf yaptığını, kocasından kadayıf için kaymak almasını istediğini, fakat kocasının almadığını söyleyerek şikayetçi olur. Hakkı Bey  hanıma, kaymağı neden kocasından istediğini, neden Allah’tan istemediğini sorar.  Kadın da bu soru karşısında şaşırarak, Hakkı Beye, Allah bana nasıl kaymak göndersin diye tereddütünü ifade eder. Hakkı bey kaymağın hikmetini anlayınca, kadına “haydi şimdi Allah’a dua et sana kaymak göndermesini iste” der. Kadın, Hakkı Beyin bir Veli olduğuna inandığından bunda da bir hayır vardır diye, Hakkı Beyin önünde Allah’a kaymak göndermesi için dua eder. Bunun üzerine Hakkı Bey çantadan kaymağı çıkararak, al sana kaymak, bunu sana Allah gönderdi der. Kadın bunun üzerine rikkate gelerek uzun süre ağlar ağlar.

 

Hakkı Bey, bir ramazan günü iftara davet edilir. İftara giderken Allah Teâlâ bir taze ekmek almasını emreder. İftara davet eden dostu, oğluna Hakkı Bey iftara gelecek taze ekmek al diye rica eder, fakat oğlu yorgun olduğu veya üşendiği için ekmek almaya gitmez ve bayat ekmekle idare edin der. Hakkı bey gelince, ev sahibinin oğluna sen taze ekmek almaya çıkmadın ama ben sana taze ekmek getirdim diyerek taze ekmeği sofraya koyar. Hakkı beyin manevi büyüklüğünü bilen ev halkı, bu olay karşısında hayret ve şaşkınlıkla maneviyatın nasıl bir dünya olduğunu tefekkür ederek kalplerinin nasıl titrediğini hissederler.

 

Hakkı beyden, sıcak bir yaz günü ilahi emirle kışlık giysiler ve palto giyip dışarı çıkması istenir. Hakkı bey şaşkın bir vaziyette emri yerine getirir, kışlık giysiler ve palto giyerek yaz günü dışarı çıkar. Dışarıda, Tayy-i Mekan sırrını kullanarak Moskova’ya gitmesi emredilir. Hakkı Bey Tayy-i Mekan sırrını kullanarak Moskova’ya gider. Orasının çok soğuk ve kar yağışlı olduğunu gördüğünde, niçin palto giydirildiğinin hikmetini anlar. Orada kendisini bir şahıs karşılar. Hakkı Bey onunla görüşür. Bu şahıs Allah’ın Moskova’daki kutbu olan birisiymiş. Bu şahısla görüşmesi bitince, tekrar Tayy-i Mekan sırrını kullanarak İstanbul’a geri döner. Ancak oradaki şahısla neler görüştüklerini kimseye anlatmaz.

 

Hakkı Beyin kendisinin  anlatmasına göre, bir seferinde  Allah Teâlâ’nın emriyle bir aleme gönderilir. O alemde bizim gibi insanların olduğunu, yeşillik, nehirlerin bulunduğunu görür. Oradaki insanlarla bir süre görüşür. Sonra tekrar İstanbul’a geri getirilir. Hakkı bey gittiği bu alemin neresi olduğunu anlatmıyor. Ancak buranın, İbn Arabi (ks) Hazretlerinin anlattığı “Hakikat Arzı” olduğu anlaşılmaktadır. Buraya ancak Allah’ın seçkin kulları görürler.

 

Hakkı Beyin gözlerinde fevkalade bir özellik vardı. Bir gün gözlerinde bir rahatsızlık hisseder ve göz doktoruna gider. Doktor muayene ederken uzaktaki bir levhadaki harfleri okumasını ister. Hakkı Bey ise Allah Teâlâ’nın kendisine levhanın arkasındaki harfleri gösterdiğini görünce, doktora ön taraftaki harfleri değil de levhanın arkasındaki harfleri okumak istediğini söyler.  Doktor hayretle peki der. Hakkı Bey arka yüzdeki harfleri okuyunca doktorun şaşkınlığı daha da artar ve Hakkı Bey’e : “ Ben ömrümde böyle göz görmedim, sizin gözünüz için rahatsızlık söz konusu değil bilakis fevkaladelik  var” der.

 

Hakkı Beyin gözlerinde gerçekten fevkalade bir güç vardı. Bir insan üzerinde bakışını yoğunlaştırdığında, bu insan zarar görür veya ölebilirdi. Bir gün bir dostunun evinde bu özelliğinden bahsedince, evin yetişkin olan kızı inanmamış ve kendisinde bu gücünü göstermesini istemiş. Hakkı Bey kıza karşısında 3 metre uzakta durmasını istemiş. Kıza nazar edince kız yere düşüp bayılmış. Hakkı Beyin ifadesiyle:  “Eğer kıza daha yoğun bir şekilde baksaydım kız ölebilirdi.  Ancak babası arkadaşım olduğu için ona sadece hafif bir şekilde baktım. O da onun sadece bayılmasına sebep oldu.”  Kız ayılınca Hakkı Beyin böyle bir gücünün olduğuna inandığını söylemiş. Bununla beraber Hakkı Bey bu gücünü kullanarak hiçbir insana zarar vermemiştir. Bu güç Allah Teâlâ tarafından kendisine verilen bir lütuftur.

 

Bir gün dostlarıyla sohbet esnasında, bir tanıdığı Hakkı Beyden, kardeşinin üniversitede okuyabilmesi için burs bulması gerektiği, onun için dua etmesini rica eder. Hakkı Bey bunun üzerine hemen gayb alemi ile  rabıta kurar ve bir iki dakika sonra  kendine gelerek onlara şu müjdeyi verir: Merak etmeyin, biz onu hem burada hem de yurt dışında  bursla okutacağız. Gerçekten bu kişi hem yurtta ve hem de yurt dışında üniversite bursu kazanarak hem İstanbul’da hem de Almanya’da üniversite eğitimi almıştır. 

 

Hakkı Bey Kadırga semtinde otururken, aynı semtte cin sahibi bir kişi vardı. Her akşam Hakkı Beye cinini gönderip ne yaptığını öğrenir, ertesi günü Hakkı Beye anlatarak kendi kendine bir eğlenme vesilesi yapardı. Hakkı Bey kendisine, cine eziyet etme hakkı olmadığını, bu işi terk etmesini söylese de adam bu işten vazgeçmedi. Bir akşam Hakkı Bey yatmış gibi davranıp cinin gelmesini bekler. Cin camdan içeri girip odada dolaşırken Hakkı Bey aniden cini besmeleyle yakalayıp masanın ayağına bağlar. Cin sahibine dönemediğinden ertesi günü sahibi Hakkı Beye gelerek cinini serbest bırakması için ricada bulunur. Hakkı Bey adamın tövbe etmesini isteyerek cinini serbest bırakmaz. Bu arada odasına misafir gelince, cine emrederek masayı sallatır. İnsanlar deprem oluyor korkusu yaşarlar. Fakat Hakkı Bey kendilerine durumu izah edince insanlar rahatlar. Hakkı Bey cini bir hafta sonra serbest bırakır. Cinin sahibi de bir daha Hakkı Beye cinini göndermez.

 

Bir arife günü Hakkı Bey bir müridi ile birlikte Eminönü meydanındaki işportacılar pazarını gezmektedir. Bir ara pazar karışır ve itiş kakış olur. Hakkı Bey yerinden hiç oynamaz.  Oradaki esnaftan biri elinde kalın bir sopa ile, karışıklığı Hakkı Beyin çıkardığını zannederek ona doğru hücum etmek ister. Küfür ederek yaklaştığında Hakkı Bey hiç cevap vermez. Adam Hakkı Beye vurmak isterken, birden burnundan oluk oluk kan akmaya başlar ve adam yere düşer. Bunu görenler adamı kanlar içinde ambulansla hastaneye götürmeye çalışırlarken, Hakkı Bey ve müridi hiçbir zarar görmeden oradan uzaklaşırlar ve Allah’ın sopasının nasıl şiddetli olduğuna şahit olurlar.

 

Hakkı Bey bir kış gecesi kalktığında lapa lapa kar yağdığını görür. Allah’a karı durdurması için dua eder. Çünkü fakir insanların odun ve kömürü olmayabilir diye düşünür. Duasından sonra  kar yağışı durur. Hakkı Bey namazını kılıp yatar. Sabah kalktığında bakar ki kar yağışı devam ediyor ve yerde bir metre kar var. Bunun üzerine Hakk’a yönelerek bunun sebebini sorar, çünkü Hak Teâlâ kar yağışını duası üzerine durdurmuştu. Hakk Teâlâ kendisine, bir tarikat ehli olan komşusuna gitmesini söyler. Hakkı Bey  kahvaltıdan sonra komşusuna gidip  bu gece ne yaptığını sorar. O da şöyle anlatır: “Gece namaza kalkınca baktım kar yağıyor, sevindim çünkü kar ile halı yıkamayı severim.  Birden kar yağışı kesildi. Ben de Hakk’a dua edip karın yağmasının devam etmesini istedim. Kar tekrar yağmaya başladı. Sabaha kadar yağdı ve birikti. Ben de karla halıları temizledim.” Hakkı Bey karın tekrar yağışındaki hikmeti anlamıştı. Komşusuna kızarak, “Hiç fakirleri düşünmedin mi?” dedi.

 

Kadırga semtinde otururken ev sahibi ile arasında bazı anlaşmazlıklar ortaya çıkmıştı. Geceleyin Hakkı Beye birçok manevi şahıslar ziyarete geliyorlardı. Bu gelenler ayak seslerini ev sahibine duyurarak adamı sinirlendiriyorlardı. Çünkü ev sahibi Hakkı Bey’in manevi tarafına inanmıyordu. Ev sahibi, geceleyin birçok insanın Hakkı Beye geldiğini, fakat bu şahısları görmediğini ancak ayak seslerini duyduğunu söyleyerek Hakkı Bey’e şikayet ediyordu. Bu konuda Hakkı Beyin yapacağı bir şey yoktu. Ev sahibi Hakkı Beyin maneviyatına düşman olmuştu. Sonunda tatsızlığın büyümemesi için, Hakkı Bey uzun süre oturduğu Kadırga semtinden ayrılmak zorunda kaldı.

 

Bir gece Hakkı Bey bir dostunun evinde kalmıştı. Gece ibadet için kalkmıştı. Ev sahibinin 6 yaşındaki oğlu gece uyanınca Hakkı Bey ne yapıyor diye, Hakkı Beyin kaldığı salonun camından içeri bakınca, Hakkı Beyin seccadede tespih çektiğini ve odada 3 ayrı kişinin Osmanlı kıyafetleriyle ibadet ettiğini görüyor. Çocuk onları görünce korkuyor ve bağırarak yatağına dönüyor.  Sabah olay Hakkı Beye anlatılınca, Hakkı Bey çocuğun gördüğünü doğruluyor. O gece çevredeki üç evliyanın kendisini ziyaret için geldiğini söylüyor.

 

Vefatından iki gün evvel bir müridi evinde kendisini ziyarete gider. Hakkı Bey kalp krizi belirtileri olan, nefes almakta güçlük çekmesi ve sırt ağrılarından bahseder. Müridi hemen bir doktora gitmelerinin gerektiğini söyleyince, Hakkı Bey kendisinin doktora ihtiyacı olmadığını çünkü artık yolcu olduğunu söyler. Öleceği kendisine bildirildiği için, ölümü serinkanlılıkla karşılamış ve hiçbir tıbbi müdaheleyi kabul etmemiştir. O geceyi geçirmek üzere bir arkadaşının evine gitmiş. Orada kalp krizi geçirince hastaneye kaldırılmış. Ertesi günü kendine gelmiş ve yoğun bakımdan normal koğuşa çıkarılmış. Müridi kendisini normal koğuşta ziyaret etmiş. Ziyaret saati bitiminde doktoruyla konuşmak üzere dışarıda beklerken Hakkı Beyin vefat ettiği haberi gelmiş. Hakkı Bey yalnız yaşamış ve yalnız ölmüştür. Allah Teâlâ onu ne yaşarken ne de ölümünde kimseye muhtaç etmemiştir. Bütün Salat ve Selamlar onun üzerine olsun. Şefaatini de, Allah bütün dostlara nasip etsin. Amin.

 

Yorum ve Eleştirileriniz için : oryanmh@gmail.com

Ana Sayfa         Tasavvuf Sohbetleri

Şeyhim Kâmil-i Mürşid

Hakkı Şiştar (ks) Hazretleri

Yayınlama Tarihi : 29.07.2024