İslam dininin kendine has bir inanç sistemi ve bu inanç sistemi üzerinde yapılandırılmış toplumsal, siyasi ve ahlâki temel özellikleri vardır. Bu bakımdan, İslam dini kusursuz bir bütünlük arz eder. Dolayısıyla Müslüman olmak demek, İslamî inanç, ahlâk ve yaşayışına ait temel ilkeleri tam olarak yerine getirmek demektir. Buna göre, Müslüman olduğunu ifade eden her insan, İslam dininin esaslarına göre iman etmesi, ahlâklanması ve davranması gerekir. Bunlar olmazsa, yani İslam’ın temel ilkeleri tam olarak uygulanmazsa, yalnız Müslümanım demek insanın kendisine herhangi bir fayda getirmez. İslam’da ahlâk, onun bir bölümü değil, bilakis İslam’ın özü ve bütün bünyesine yayılan ruhudur. Bu nedenle İslam, dünyevî ve uhrevî mutluluğu temin etmek için, insanların davranışlarını belirleyen emir ve yasakları bir sistem olarak vazetmiştir. Bu emir ve yasaklar, Kuran ve hadislerde teferruatlı olarak ele alınmış ve ahlâkla ilgili ilkeler açıklanmıştır. Bir Müslüman için, herhangi bir ahlâk filozofunun görüşlerini benimsemesi ve inanması söz konusu olamaz. Çünkü Sokrates, Kant, Comte ve Rousseau gibi ahlâk filozofları akıl, toplum ve vicdan gibi insanın kendisine bağlı olan öğeleri ahlâk kaynağı olarak kabul ederler. Bu kabulde, insanların doğasında mevcut olan bazı gerçekler dışlanmıştır. Çünkü insanlar, iç ve dış çevreye, zaman ve mekâna, yaşının tesirine göre akıl ve vicdanlarını yönlendirirler. Bu tesirler altında akıl yanlış kararlar verebilir. İnsan, menfaatine uygun olmayan durumlar karşısında vicdanının sesini dinlemeyebilir. Bu nedenle, akıl ve vicdan tek başlarına ahlâkın kaynağı olamaz. Ayrıca toplumsal otorite, ahlâk kurallarını uygulatmada yeterli olamayabilir. Çünkü insanlar, toplumun kabul etmeyeceği davranışları gizli olarak yapabilir ve cezalardan kurtulabilirler. Ahlâk filozofların ahlâk anlayışlarına inanan bir Müslüman dinden çıkmış olur. Onun için Müslümanlar, İslam dininin ahlâk ilkelerini iyice öğrenmeleri, uygulamaları ve diğer ahlâk teorilerinden uzak durmaları gerekir. Bazı ilahiyatçılar, Akılcılık Felsefesinin etkisinde kalarak şunları söylemekte ve kitaplarında dile getirmektedirler: “Dinin temeli akıl ilkeleridir; imanın esası ve dayanağı akıldır; İslam dininde aklın keşfedemeyeceği nitelikte bir sır yoktur; akılcılık felsefesinin ilkeleri İslam’ın ahlâk ilkelerine uygundur.” Bu görüşler tamamen yanlıştır. Çünkü “Tasavvuf ve Akılcılık” adlı makalemizde anlattığımız gibi, akıl daha kendisinin mahiyetinin ne olduğunu bilemezken, iyi ve kötüyü, başka bir yol gösterici olmadan nasıl bilecektir. Akılcılık (Rasyonalizm) felsefesi her şeyin merkezine akılı koyarak, akıl ile gerçek bilginin elde edileceğini iddia etmiştir. 2500 yıldır bu felsefe, filozoflar tarafından ele alınmış, ancak bu konuda tam ve tutarlı bir teori oluşturulamamıştır. Akli düşünce hiçbir zaman Allah’ın Zatı’nı kavrayamaz. Akılcılar, akıl yoluyla alemdeki her varlığın özniteliğinin (zat) gerçek bilgisine ulaşamaz. Çünkü mümkünün varlığının ve yokluğunun zorunluluğu akli delile dayanmaz. Akıl hiçbir zaman, iyilik ve kötülüğün karşılığı olan ceza ve müeyyideleri bilemez. Bunlar ancak naslarla bilinebilir. Bu nedenle, akıl ilkeleri İslam dininin temelini oluşturamaz. İmanın, akıl tarafından keşfedilemeyecek birçok sırları vardır. Ruhun ne olduğu, cennet ve cehennemin ne olduğu akıl yoluyla bilinemez. Hiçbir şey akıl yoluyla insan üzerine gerekli olamaz. Ehl-i sünnete göre akıl bir vasıtadır. Akıl vasıtasıyla, eşyanın güzelliği ve çirkinliği, imanın gerekliliği ve nimetlerini lûtfeden Yaradan’a şükretmenin lüzûmu anlaşılır. Hakikatte bu hususları anlatan ve gerekli kılan da Allah Teâlâ’dır. Bu konuda Nûreddin Es-Sâbûnî, “Mâtürîddiyye Akaidi” adlı kitabında şunları ifade etmektedir: “İmanın akıl yoluyla vâcib olmasının manası, kişinin, yapmakla mükafata, veyahut terketmekle cezaya müstahak olması demek değildir. Çünkü mükafat ve ceza ancak nas ile bilinebilir. Bize göre bunun manası, Yüce Yaradan’ın varlığını benimsemek, O’nu inkâr etmemek daha makul, Allah Teâlâ’yı birlemek, O’na başkasını ortak koşmaktan daha doğru olduğu noktasında aklın bir nevi tercih yapmasıdır; öyle ki akıl bu iki şeyin aynı değerde olmadığına hükmeder. Aklın şükrü gerektirmesi de nimetlerini esirgemeyen Yüce Allah’ın lütûfkârlığını itiraf etmekten ibarettir; öyle ki insan bu lütûfkârlıkla Allah Teâlâ’ya kimsenin şerîk olamayacağını düşünür.” Bize göre akılcılık felsefesi, İslam’a tamamen aykırıdır ve onun ilkelerine gönül bağlayanlar ve benimseyenler küfre düşmüş olurlar. Çünkü Müslüman olmak demek, İslam’ın inanç, ahlâk ve yaşayışa ait esaslarını tam olarak tatbik edilmesi demektir. Kendilerinin Müslüman olduklarını söyleyen insanlar, İslam dininin esaslarına göre inanmak, düşünmek ve davranmak zorundadırlar. İslam ahlâkı toplumun bütün kurumlarında hakim olmalıdır. Ancak bu şekilde bütün sosyal kurumlar, tevhid inancı gereğince birlik, bütünlük ve verimliliği elde edebilirler. Haram yemenin, yalan söylemenin, içki içmenin, kumar oynamanın, zina etmenin ve faiz yemenin serbest olduğu bir toplumda İslam ahlâkının verimli sonuçlarını beklemek hayaldir. İslam ahlâkının uygulanmadığı toplumlarda haksızlık, zulüm, anarşi ve düzensizliğin artması kaçınılmazdır. Çünkü toplum hayatı için, Allah’ın koyduğu kural şudur: “Bu, kendi ellerinizin yapıp öne sürdüğünüz amellerin, işlerin karşılığıdır. Allah kullarına asla zulmetmez.” (Al-i İmran suresi, ayet 182)
İslam Ahlâkının Kaynağı İslam dininin ahlâk anlayışının kaynağı vahiy ile inmiş olan Kuran ayetleri ve bu ayetleri açıklayan hadisler ve uygulaması olan sünnetlerdir. Nitekim, Hz. Âişe (rah) bir soru üzerine Resulallah (sav)’in ahlâkının Kuran olduğunu belirtmiştir. Bir hadiste de Peygamberimiz (sav) “Ben, güzel ahlâkı tamamlamak üzere gönderildim.” buyurmuştur. Bu bağlamda, Kuran ayetleri ve hadisler, dinî ve dünyevî hayatın temel kurallarını bildirmiş ve insanların bütün hareket ve davranışlarının kurallarını belirlemiştir. Bu temel kurallar, daha sonra İslam âlimleri tarafından esas alınarak, İslam ahlâkını bütün teferruatıyla ortaya konulmuştur. Örneğin İmam Gazâlî (ks) Hazretleri “İhyâu’ ulûmi’d-dîn” adlı 4 ciltlik eserinin 3. cildini İslam’ın güzel ahlâk anlayışına tahsis etmiştir. Bu ciltte güzel ahlâk detaylı bir şekilde açıklanmaktadır. İslam ahlâkı, diğer ahlâk sistemlerinden farklı bir yapı gösterir. O, insanların daha önce yaşamış oldukları sorunları ve sıkıntıları bölünmez bir ahenk ve bütünlük içinde ve en güzel bir biçimde çözüme kavuşturmuştur. İslam ahlâkının ortaya attığı ilkeler, o zamana kadar hiçbir ahlâk felsefesinin başaramadığı bir uygulama sahası bulmuş ve hızlı bir şekilde bütün toplumlara yayılmıştır. Bu uygulamaların kaynağını, Hz. Peygamber (sav)’in hayatı, sözleri ve davranışları oluşturur. Bunlar amelî ahlâkın ilkeleridir. Kalem suresi ayet 4’de şöyle buyurulur: “Sen elbette yüce bir ahlâk üzerindesin.” Peygamberin ahlâkı Kuran ahlâkının kendisidir ve bu ahlâk da Allah Teâlâ’nın ahlâkıdır. “O (Peygamber), kendi istek ve arzularına göre konuşmaz. O’nun konuşması kendisine vahyedilenden başkası değildir.” (Necm suresi, ayet 3-4) “… O’nun emrine aykırı davrananlar, başlarına bir bela gelmesinden veya kendilerine çok elemli bir azap isabet etmesinden sakınsınlar.” (Nur suresi, ayet 63)
İslam Ahlâkının Özellikleri 1) İslam ahlâkı, insanları ve toplumları şirkten ve küfürden temizler. Küfür ve şirke düşmüş çeşitli din ve mezheplerin uygulamaya çalıştıkları ahlâk kurallarında kusur ve eksiklikler vardır. Ama İslam ahlâkında küfür ve şirk dışlandığı için, onda bu kusurlar ve eksiklikler görülmez. 2) Ahlâk filozoflarının ahlâk anlayışlarında gerçeklik bölük-pörçük ele alınmıştır. Kimisi hazzı, mutluluğu, çıkarcılığı öne çıkarmış, kimisi ödev ve vicdanı öne çıkarmıştır. İslam ahlâkı ise, bunların hepsini bir disiplin ve ahenk içinde, birbirine uygun bir şekilde düzenlemiştir. Hiçbiri öne çıkarılmamıştır, fakat hepsine bir ölçüde hak tanınmıştır. 3) İslam ahlâkının temelinde, vahiy ile inen kurallar vardır. Bu kurallar Allah’tan gelmektedir ve tabiat üstüdür. Bu kurallar, insanların yaratıcısı olan Allah Teâlâ’nın kulları için en uygun olarak belirlediği hususlardır. İnsanı yaratan Allah Teâlâ, onun ihtiyacının ne olduğunu en iyi bilendir. Ancak bu kurallar açık olup, akıl ile muhakeme edilebilmektedir. Bu bağlamda, akıl iman içinde kendisini tamamlar, iman da akıl ile sağlamlaşır. 4) İslam ahlâkı, hayattaki her probleme çözüm üreten geniş ve evrensel bir sistemdir. Hiçbir ahlâk sistemi, onun gibi kuşatıcı ve gerçekçi değildir. İslam ahlâkı, hem bireysel ve hem de toplumsal ihtiyaçları dengeli bir biçimde karşılamaktadır. O, bir taraftan liberal bir anlayışa sahipken, diğer taraftan sıkı bir disiplin emreder. Realist görüşlerin yanı sıra, idealist bir görüşe de sahiptir. Çok sert kurallar, bazı istisnalar ile yumuşatılmıştır. Bireyin kendi kişiliğini geliştirmesine izin verilirken, toplumun genel menfaatine uyumluluğu göz önünde bulundurulur. Toplum, bireylerden güçleri dışında fedakârlıklar yapmasını beklemez; herkesten yapabileceği kadarını ister. Zekat için belli bir oranın konması buna bir örnektir. 5) İslam ahlâkının bir temel özelliği pratik ve uygulanabilir olmasıdır. Bu uygulamaların amacı ve faydası anlatılarak Müslümanların bunları akıl ile idrak edebilmeleri sağlanır. İslam inancına uymayan davranışların niçin terk edilmesi gerektiği açık olarak anlatılır. Ahlâka uygun davranışların kişiye ne kazandırdığı, ahlâkâ uygun olmayan davranışların kişiye ne kaybettirdiği açıkça ifade edilir. Örneğin içki yasaklanırken, onun bütün kötülüklerin anası olduğu belirtilir. Çünkü içki insanın beynini uyuşturur ve onun doğru düşünmesini engeller. İçki kelimesinin Arapça karşılığı “hamr” kelimesidir. Bu kelimenin anlamı örtmek demektir. Bu anlamda içki insanın beyninin fonksiyonlarını örter. 6) İslam ahlâkında görevler belli koşullarla sınırlandırılmıştır. Mükellef olmanın şartları belirtilmiş ve her mükellefin kendi gücünün gerektirdiği kadar sorumlu olacağı ifade edilmiştir. Örneğin hasta ve yolcuların oruç tutmamalarına ruhsat verilmiş ve bunları daha sonra şartların uygun olması halinde eda edilmesi veya belli koşullarda kefaret ödenmesi bildirilmiştir. 7) İslam ahlâkı, Müslümanlar için ahiret hayatının dünya hayatından daha üstün ve önemli olduğunu bildirerek, eylemlerin ona göre yapılmasını ister. Fakat bu dünya hayatının gereklerinin ihmal edilmesi anlamına gelmez. Ahireti isteyenler ve ona yönelik amel edenler, hem ahiret ve hem de dünya hayatlarında hayır elde edeceklerdir. Ancak sadece dünya hayatının mutluluğunu isteyip ona göre amel edenlerin, dünyada istediklerini elde edeceklerini fakat ahrette bunların hiçbir nasiplerinin olamayacağı bildirilir. “Her kim ahiret kazancını isterse, Biz onun kazancını artırırız; her kim de dünya kazancını isterse ona da ondan veririz, ama onun ahirette hiçbir nasibi olmaz.” (Şurâ suresi, ayet 20) 8) İslam ahlâkı kişiyi şuurlu ve iradeli olarak yaptığı davranışlardan dolayı sorumlu tutar. Bunun için kişinin akıl sahibi ve özgür olması gerekir. Bunun aksi olsaydı, yani insanlar hür iradeleriyle yaptıkları davranışlardan sorumlu tutulmasalardı, ahlâk kanunlarının ortaya konmasının hiçbir anlamı olmazdı. Peygamberler de dahil olmak üzere bütün insanların sorumlu oldukları aşağıdaki ayette ifade edilmektedir: “Kendilerine elçi gönderilmiş olanlara da soracağız, gönderilen elçilere de soracağız.” (Araf suresi, ayet 6) İslam’da insan, gizli niyet ve maksatlarından da sorumlu tutulmaktadır. Bir kişi kastettiği bir eylemi yapmakta kararlı olup, onu gerçekleştirememesi halinde bile, niyetinden dolayı sorumlu tutulmaktadır. Çünkü bir hadiste Resûlallah (sav) şöyle buyurmaktadır: “İki Müslüman kılıçlarıyla (birbirlerini öldürmek için) karşılaştıkları zaman, öldüren de ölen de cehennemdedir.” Sahâbî, “Ya Resûlallah! Öldürenin durumu malum, öldürülen niçin cehennemdedir?” diye sorunca, O şöyle cevap verir: “Ölen de arkadaşını öldürmeye kararlı idi de ondan.” İnsan, davranışlarından dolayı olan sorumluluğunun karşılığını kısmen bu dünyada ve tam olarak ahirette görecektir. Çünkü dünya hayatında, gerek kendi vicdanının ve gerekse toplumun tepkisi, kişinin yaptıklarının bir sorgulamasıdır. Fakat ahirette bu sorgu tam olarak gerçekleşecektir. Bu hususla ilgili ayetler ve hadisler şunlardır: “O gün her nefis, ne hayır işlemişse, ne kötülük yapmışsa onları önünde hazır bulur. Yaptığı kötülüklerle kendi arasında uzak bir mesafe bulunsun ister. Allah size asıl kendisinden çekinmenizi emreder. Şüphesiz ki Allah, kullarını çok esirger.” (Al-i İmran Suresi, ayet 30) “Biz, her insanın kuşunu (işlediklerini, yaptıklarını, amel defterini) kendi boynuna doladık, kıyamet gününde onun için açılmış olarak önüne konacak bir kitap çıkarırız. “Kitabını oku! Bugün hesap görücü olarak sana nefsin yeter” deriz. ” (İsra suresi, ayet 13,14) “İnsanların pişmanlık duyacağı ve işin bitmiş olacağı kıyamet günü ile onları uyar. Onlar hala gaflet içindedirler, onlar iman etmezler.” (Meryem suresi, ayet 39) “Kıyamet günü insanoğlu şu beş şeyden hesaba çekilmedikçe Rabbinin huzurundan bir adım atacak kadar dahi ayrılamaz: Ömrünü nasıl geçirip tüketti, gençliğini nasıl yıprattı, malını nerede kazanıp nereye harcadı, öğrendiği ilim ile ne amel etti.” (Tirmizî) “Ümmetimin müflisi o kimsedir ki kıyamet günü namazıyla, orucuyla ve zekatıyla getirilecek; aynı zamanda işlediği günahlardan, sövdüğü, zina isnadında bulunduğu, haksız yere mal yediği ve haksız yere kan akıttığı ve ona buna vurduğu günahlar da ortaya konacaktır. Ve böylece o kişi yaptıklarının hesabını verecek ve yaptığı kötülüklere karşılık iyilikleri takas edilecektir. İyilikleri bitince takas işlemi, haksızlığa uğrayan günahlarının buna verilmesi, bunun sevaplarının da ona verilmesiyle devam edecektir. Sonucunda cezasını çekmek üzere Cehenneme atılacaktır. İşte müflis budur.” (Müslüm, Tirmizî) 9) İslam’a göre ahlâk ilkeleri, Allah’ın emir ve yasaklarıdır. Müslümanlar bunlara uymakla mükelleftir. Namaz, oruç, zekat ve hac gibi ibadetler nasıl farz ve dinî görev iseler, yalan söylememek, muhtaçlara yardım etmek, anne-babaya iyilikte bulunmak, içki içmemek, zina yapmamak, gıybet etmemek vs. de birer dinî vazifedir. Ahlâki vazifeler hüküm ayetlerinin önemli bir kısmını teşkil ederler. Bu nedenle, Müslümanın görevi dinin emirlerine uymak ve yasaklarından kaçınmaktır. Bu görevler keyfi değildir ve Müslümanlar bunlardan beğenmedikleri veya canları istemedikleri için vazgeçmeleri söz konusu olamaz. Bu ahlâk hükümleri Müslümanı her bakımdan bağlar. 10) İslam, ahlâk kurallarına uyulması veya uyulmamasına karşılık bir müeyyide sistemi uygular. Bu müeyyideler dinin bir çeşit yaptırım gücüdür. Bu yaptırım gücü, insan vicdanı veya toplum yasaları seviyesinde olan bir şey değildir. İnsan, vicdanının kınamasını dikkate almazsa, herhangi bir cezaya uğramaz. Toplum yasalarına uymadığı zaman, onların vereceği cezalardan kurtulmakta bazen başarılı olabilir. Fakat İslam’ın koyduğu müeyyidelerden kaçıp kurtulmak hiçbir zaman mümkün değildir. İlahi yaptırım gücünün temelinde Allah korkusu (takva) ve ahiret inancı vardır. Müslüman ahirette bu hesaptan kaçamayacağını kesin olarak bilir. Bu nedenle de, davranışlarını Allah’ın ahlâk hükümlerine göre düzenler. İşte, İslam’ın bu ahlâk anlayışı, diğer ahlâk anlayışlarının hiçbirisinin sağlayamayacağı bir yaptırım gücünü temin etmiş olur. İşte bu husus, ahlâktaki iman boyutudur. Bu iman sayesinde, insan ahlâkını güzelleştirmek için çaba harcar. Bu hususla ilgili aşağıdaki ayet ve hadisi zikredebiliriz: “Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygambere de itaat edin ve sizden olan emir sahibine de itaat edin. Eğer herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, Allah’a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız, onu Allah ve Resûlüne arz edin. Bu daha iyidir ve sonuç bakımından da daha güzeldir.” (Nisa suresi, ayet 59) “Allah’a ve ahiret gününe iman eden kimse komşusuna eziyet etmesin (iyilik etsin). Allah’a ve ahiret gününe iman eden kimse misafirine ikram etsin. Allah’a ve ahiret gününe iman eden kimse ya faydalı söz söylesin ya da sussun!” (Buhari, Müslim) 11) İslam ahlâkının temelinde adalet vardır. Buradaki adalet, görevini yerine getirene mükafat, yerine getirmeyene ceza verilmek suretiyle sağlanır. Hiçbir insan Allah’ın bu adaletinden kaçamaz. Kuran’da iyilik yapanlara Cennet’in, kötülük yapanlara Cehennem’in akibet olarak gösterilmesi bu bağlamda önemli bir yaptırım gücüdür. Burada amaç, insanın ahirette en yüksek mertebelere ulaşmasını temin etmek içindir. Allah’ın rahmeti ve Cennet’i, içine bütün insanları sığdıracak kadar geniştir. Dolayısıyla, Allah kullarını hiçbir zaman Cehennem’e gitmelerini irade etmez. Ama, Allah’ın adil olma sıfatı gereğince, insanlar kendi elleriyle yaptıklarının karşılığını görecektir. Bu nedenle, insanların Cehennem’de ceza görmeleri tamamen kendi yaptıklarının bir sonucudur. İslam ahlâk kuralları, insanın dünyada da huzur ve esenlik içinde yaşamasını temin etmeyi hedef edinmiştir. Ancak insanın nefsine ve hevesine uyarak yaptığı işler, onu bu huzur ve esenlikten mahrum bırakmaktadır. Bu da, Allah Teâlâ’nın adil olma sıfatının bir tecellisidir. 12) İslam ahlâkının ilkeleri, zamanın her devresi ve mekânın her yerinde her insan toplumu için geçerli ve bağlayıcıdır. Bu bakımdan İslam ahlâk yasaları evrensel ve mutlaktır. Çünkü bu yasalar Allah tarafından konulmuştur. Allah Teâlâ, insanları bu ahlâk yasalarını anlayıp değerlendirebilecek bir kabiliyette yaratmıştır. İnsanların doğru yolu görebilmeleri için, Peygamberler ve ilahi kitaplar gönderilmiştir. İslam dini kıyamete kadar geçerli olacaktır. Dolayısıyla onun ortaya koyduğu ahlâk kuralları kıyamete kadar hüküm sahibidir. Bu hükümler, hiçbir insan aklı ve gücü ve hiçbir toplum kararı ile değiştirilemez. Buna kimsenin gücü yetmez. Fakat bugün toplumlarda insan eliyle yapılan yasalarla, içki içmek, zina yapmak, faiz kullanmak serbest bırakılmıştır. Bu türlü yasalar, Allah’ın adaletini değiştirmez. İnsanlar ve toplumlar, Allah’ın koyduğu ahlâk kurallarına aykırı yasa ve uygulamalara izin verseler de, Allah’ın sünneti onlar üzerinde muhakkak uygulanacaktır. Yani içki içen, zina yapan, faiz yiyen insanlar bunun cezasını kısmen dünyada ve tam olarak da ahirette çekecektir. Bu fiiller, hem insanların hem de toplumların hayatlarının düzeni bozacak ve Allah’ın yasalarına uyulmamasının vebali, insanlar ve toplumları huzursuzluk ve anarşi ortamına sürükleyecektir. Bu sonuçlardan hiçbir insan ve toplum kaçamaz. Bunların ahiretteki cezaları ise daha şiddetli olacaktır. 13) İslam ahlâkı bütün insanları ve toplumları içine alacak şekilde genel ve kapsamlıdır. O, her toplumun ve her toplumdaki insanların kaygı ve beklentilerini dikkate almış ve onların, gerek dünyada ve gerekse ahirette, en iyi ve en güzel şekilde yaşamalarını temin edecek şekilde düzenlenmiştir. Gerek insanın kendisi ve gerekse toplumla olan ilişkileri öyle bir ahlâkî sistemle düzenlenmiştir ki, bütün insanların en mutlu ve en rahat bir şekilde yaşayabilmeleri temin edilebilsin. İşte bu İslam ahlâkının her şeyi kapsaması özelliğidir. Bu özellik başka hiçbir ahlâk anlayışında yoktur. 14) İslam ahlâk, insanın davranışlarının sırf Allah’ın emrine uymak için yapılmasını ister. Bu bir bakıma Allah’ın rızasının kazanılmasıdır. Bu Müslüman için görev ahlâkıdır. Çünkü Müslüman, ahlâki emir ve yasakları birer dini görev olarak algılar. Bu görevini yerine getirmesinin sonucunda, kendisine dünya ve ahirette hayır getireceğine inanır. “De ki: Bana, dini sadece kendisine halis kılarak Allah’a ibadet etmem emredildi.” (Zümer suresi, ayet 11) “De ki: Benim namazım, ibadetim, hayatım ve ölümüm hep alemlerin Rabbi Allah içindir. Onun ortağı yoktur. Bana böyle emrolundu ve ben Müslümanları ilkiyim.” (En’am suresi, ayet 162, 163) “Allah ancak kendi rızası gözetilerek samimi bir niyetle yapılan ibadetleri kabul eder.” (Muvatta) 15) İslam ahlâkında esas olan, eylemle niyetin bir arada olmasıdır. İnsan eyleminde önemli olan, insanın kalbinde ne niyeti taşıdığıdır. Davranışlar, düşünülen niyete göre değer kazanır. Bu bakımdan İslam dini, insanın doğru niyet taşımasını ve bu niyetle uygun davranışta bulunmasını ister. “Kurbanlarınızın etleri ve kanları Allah’a ulaşmaz, fakat takvanız O’na ulaşır.” (Hac suresi, ayet 37) “Ameller niyetlere göredir, her kişiye niyet ettiğinin karşılığı vardır. Allah Teâlâ sizin bedenlerinize ve yüzlerinize değil, kalblerinize bakar.” (Buhari, Müslim)
Sonuç Müslümanlar tarih boyunca, İslami ahlâkın kurallarını uyguladıkları sürece, gerek kendi aralarında ve gerekse diğer toplumlarla barış ve huzur içinde yaşamışlardır. İslami ahlâk kurallarının uygulanmadığı zamanlarda ise toplumsal çalkantı ve huzursuzluklardan kurtulamamışlardır. Bu nedenle, İslami ahlâk kuralları, insanların huzur ve barış içinde yaşamalarının teminatıdır. Allah Teâlâ bu ahlâk kurallarını insanların gerek dünyada ve gerekse ahirette mutlu olmalarını temin etmek için vazetmiştir. Ancak, insanların huzur kaynağı olan İslam’ın ahlâk kuralları bazı insanlar tarafından, kendi amaç ve çıkarlarına uygun bulmadıkları için, bozulmaya çalışılmaktadır. Örneğin yalan söylemek, içki içmek, zina yapmak ve faiz yemek gibi eylemler çeşitli medya araçlarıyla şirin ve cazibeli bir hale getirilmektedir. Bu yayınların etkisi altında kalanlar, İslam ahlâkına uymayan bu fiilleri yaparak gerek kendilerine ve gerekse topluma zarar vermektedirler. Bunun sonucunda, toplum düzeni bozulmaya doğru gitmektedir. Bu sonuçları bütün dünya toplumlarında görmekteyiz. Fakat insanlar, bu toplumsal bozulmanın temelinde, İslam ahlâk kurallarının terk edilmesinin neden olduğu gerçeğini görmekten çok uzaktadır. İslam dışı alınan sosyal ve ekonomik tedbirler hiçbir zaman toplumların bozulmalarının önünü alamayacaktır. Bu bozulmadan bazı kimseler maddi kazanç sağlayabilir. Ama sonuçta bu insanlar da toplumsal yapının bozulmasından zarar göreceklerdir. Görecekleri zararlar elde ettikleri maddi menfaatten daha fazla olacaktır. Bu nedenle toplumun her kesimi bu gidişattan zarara uğrayacaktır. Savaşlar, anarşi ve terör bu gidişatın tabii sonuçlarıdır. Bu olumsuz gidişattan kurtulmanın tek yolu, İslam’ın ahlâk kurallarının toplumlarda uygulanmasının temin edilmesidir. Bu yapılamadığı takdirde, dünyayı çok daha büyük huzursuzluk ve savaşlar saracaktır. Bu da sonuçta, Kuran’da belirtildiği gibi, insanların kendi elleriyle kazandıkları olacaktır. Tarih bunun örnekleriyle doludur. Ümidimiz İslam’dadır. Bunun için doğru İslam’ı öğrenmeliyiz, yaşamalıyız ve etrafımıza öğretmeliyiz. Başarı için Allah Teâlâ’ya dua ve niyaz edelim.
Faydalanılan Eserler: “Ahlâk”, Hilmi Ziya Ülken, Ülken Yayınları, İstanbul, 2001 “Ahlâk İlmi ve İslam Ahlâkı”, Ahmet Hamdi Akseki, Sistem Matbaacılık, İstanbul, 2006 “İhyaû ulûmid-dîn”, İmam Gazali, Bedir Yayınevi, İstanbul, 1974 “İslam Ahlâkı”,Wikipedi, https://tr.wikipedia.org/wiki/islam_ahlakı “İslam Ahlâkının Temel Özellikleri”, Yusuf Güneş, Ekev Akademi Dergisi, Sayı 49, 93-104 “Mâtürîdiyye Akaidi”, Nûreddin Es-Sâbûnî, Diyanet İşleri Başkanlığı, Ankara 2005 “Örneklerle İslam Ahlâkı”, M. Yaşar Kandemir, Nesil Yayınları, İstanbul, 2005
Yorumlarınız için : yorum@ilimvetasavvuf.com
|
İslam Ahlâkının Temel Özellikleri |
Yayımlama Tarihi: 01.03.2017 |