İmam Gazâlî sultanlara nasihat amacıyla “Nasihat’il-Mülûk” adlı bir kitap yazmıştır. Bu kitap dilimize “İmam Gazâlî'den Yönetim Sırları” adı ile tercüme edilerek yayınlanmıştır. Bu yazımızda İmam Gazâlî'nin bu kitabında sultanlara/devlet yöneticilerine ne gibi nasihatlerde bulunduğunu dile getirmek istiyoruz. Gazâlî bu kitabını Selçuklu Sultanı Melikşah için yazmıştır. Kitabında Gazâlî Sultan Melikşah'a hitaben şunları söylemektedir:

“Bilmiş ol ki: Ey âlemin sultanı, şark ve garbın meliki, hiç şüphesiz Yüce Allah'ın (c.c) senin üzerinde açık nimetleri ve bolca ihsanları vardır. Bu nedenle senin bunlara karşı şükür etmen şarttır. Yanı sıra bu nimetleri yayıp çevreni ve mahiyetinde olanları yararlandırman gerekmektedir. İsimleri kutsanmış Yüce Allah'ın (c.c.) nimetlerine şükretmeyen kimse, bu nimetlerin yok olmasına zemin hazırlamış olur. Ve bu hatasından dolayı Kıyamet Günü mahcup duruma düşmesi mukadderdir. Bilindiği gibi, her nimet ölümle son bulmakta. Akıllı ve zekalı kimsenin nezdinde değer ve önemi kalmamaktadır. Zira ömür ne kadar uzun sürerse sürsün ergeç son bulacağı için uzun süreli oluşu bir şey ifade etmez. Nitekim Nuh (as) bin küsur yıl yaşadı ve ölümünden bu yana beş bin yıl geçmiş olmasına rağmen, sanki hiç yaşamamış gibi fâni âleme karışmıştır. Nimetin değeri, devamlı oluşu ile ölçülür. Bu da ebedi saadet, sonsuz nimetin tohumu olan iman nimeti sayesinde gerçekleşir. Kudreti yüce, söz ve nimetleri değerli olan Yüce Allah, sana bu nimeti bağışlamış ve iman tohumunu senin temiz sinene serpmiş, onu kalp ve vicdanına yerleştirmiş ve seni bu tohumun, bakımına muvaffak kılarak, sana bu tohumun itaat suyuyla sulanmasını emretmiştir ki kökü yerin diplerinde ve ucu ulvi semalara ulaşacak şekilde yeşerip gelişsin. Nitekim Yüce Allah (c.c.)  buyuruyor: “Görmedin mi ki, Allah nasıl bir örnek vermiştir. Güzel bir söz güzel bir ağaç gibidir ki, onun kökü sabit, dalı ise göktedir.” (İbrahim, 14/24)”

Hâl böyleyken, ağacın kökü iman ile güçlendirilmeyince ve dalları olgunlaştırılmayınca, onun ölüm rüzgarlarında maruz kalmasından ve yok olma fırtınalarıyla alt üst olmaya bırakılmasından endişe duyulur. Sonuçta son nefeste yok olur ve kul Allah (c.c.) korusun, imansız kalp, Rabbi ile amelsiz olarak karşılaşır.

Ey Melik, bilmiş ol ki, söz konusu ağacın on adet temel esası olduğu gibi, on adet de dalları bulunmaktadır. Temelini kalp ile inanç ve dallarını da yapılan amel oluşturmaktadır. Yüce meclisten, bu on temel esas ve on adet detayın açıklaması anlaşılıp bununla şereflenince, sultanın bu ağacın yetiştirilmesi ile ilgilenmesini beklerim. Bu da şu tarzda olmalıdır ki, haftanın günlerinden, cuma gününü bu işe ayırıp, bir taraftan uhrevi işlerle ilgilenirken söz konusu gün müminlerin bayramı gibidir. Onda öylesine değerli bir saat vardır ki haftanın en değerli günü olan cuma gününü değerlendirip istekte bulununca, Yüce Allah (c.c.) kişinin isteğini yerine getirir. Ve duasını boşa çıkarmaz. Hâl böyle olunca, haftanın yedi gününden birini, Yüce Allah'ın (c.c.) hizmetine tahsis edersen ne olur ki… zira söylendiği gibi, senin bir kölen olup, kendisine bir gününü senin hizmetine ayırmasını istersin de, diğer günlerde de aksayan hizmetlerini tamamlamasını beklersen, buna karşılık, bu kul senin emrine aykırı hareket ederse, senin bu köle ile muamelen nice olur…Oysa sen onun yaratıcısı falan da değilsin. O sadece mecazi anlamda senin bir kölendir.

Ey sultan sana gelince, sen bu yaratıcının bir kulusun. Hem de gerçek manada kulusun. Sen kuluna reva görmediğin muamelenin sana karşı yapılmasını hoş karşılar mısın?”

 

İmam Gazâlî

Gazâlî 1058 yılında Horasan'ın Tus şehrinde doğdu. İlk öğrenimini Ahmed bin Muhammed er-Razikani’den almıştır. Buradaki eğitiminin ardından Cürcan şehrine giderek Ebu Nasr el-İsmaili'den dersler almıştır. Daha sonra 28 yaşına kadar Nişabur Nizamiye Medresesi’nde öğrenim görmüştür. Bu dönemde itikadi düşünce olarak Ebü'l Hasan Eş'ari’den, ameli görüş olarak ise Şafii'den etkilenmiştir.

Hocası İmam-ı Harameyn lakaplı Abdülmelik el-Cüveyni 1085 yılında ölünce Nişabur’dan Büyük Selçuklu Devleti’nin veziri Nizamülmülk’ün yanına gitti. Bir toplantıda verdiği cevaplarla diğer bilginlerden üstünlüğünü kanıtlayarak 1091 yılında Bağdat’taki Nizamiye Medresesi'nin Baş Müderrisliği’ne tayin edildi.

Burada kısa sürede büyük bir saygınlık kazanan Gazâlî Sufizm'e yönelerek bu alanda yoğunlaştı. Bu ilgi ve hac arzusuyla medresedeki görevini bırakarak 1095 yılında Bağdat'tan ayrıldı ve Şam'a, Şam'da iki yıl kaldıktan sonra 1097 yılında Hac'a gitti. Hac sonrası Şam'a döndü ve buradan Tus'a geçti. Şam ve Tus'ta bulunduğu sürede uzlet (toplum yaşamından kaçarak tek başına yaşama) yaşamı sürdü ve tasavvuf alanında ilerledi.

1106 yılında Nizamülmülk’ün oğlu Fahrülmülk'ün ricası üzerine Nişabur Nizamiye Medresesinde tekrar eğitim vermeye başladı. Kısa süre sonra Tus'a dönerek yaptırdığı Tekke'de müritleriyle birlikte Sufi yaşamı sürdü. Gazzali 1111 yılında doğum yeri olan İran'ın Tus şehrinde vefat etti.

 

İmanın Temelindeki İtikat Esasları

İmam Gazâlî imanın temelini meydana getiren on adet itikat esaslarını kitabında şu maddeler halinde sultana anlatmaktadır.

1) Allah'ın Varlığı

Ey Sultan bilmiş ol ki, sen Allah'ın yarattıklarından birisin ve senin için bir yaratıcı vardır ki o alemlerin ve onun kapsadığı her varlığın yaratıcısıdır. O tektir, ortağı yoktur. Tektir ve benzeri yoktur. Ezelden beri vardır. Varlığının sonu düşürülemez ve o ebediyyen var olacaktır. Onun varlığı için yokluk asla yoktur. Onun varlığı Ezel ve Ebed kavramlarıyla sınırlanamaz. Onun için yokluk düşünülemez. O kendi zatıyla vardır. Herkes ve her şey O’na muhtaç iken O’nun hiçbir kimseye ve şeye ihtiyacı asla söz konusu değildir. Varlığı zatındandır ve her şeyin varlığı O’na bağlıdır.

2) Yaratıcının Tenzihi

Bilmiş ol ki, zikri Yüce olan büyük yaratıcı için şekil ve benzerlik asla mevcut değildir. O hiçbir kalıba yerleşmez ve girmez. O nicelik ve nitelikten uzaktır ve O hiçbir şeye benzemediği gibi hiçbir şey de O’na benzemez. Akılda ve hayalde oluşabilecek şekil, örnek ve hayallerden uzaktır. Zira bu tür vasıflar yaratılmışlara ait vasıflardır. Kendi ise bunların yaratıcısıdır. Dolayısıyla bu vasıflarla nitelendirilmez. Onun varlığı noksanlıktan uzaktır.

Arş ve taşıyıcıları O’nun lütuf ve kudreti sayesinde ayaktadırlar. O’nun Arş üzerinde bulunma keyfiyeti O’nun buyurduğu şekildedir. Arşın üstünden yerin derinliklerine kadar, her şey O’nun hüküm ve kudreti altındadır. Bununla beraber O her varlığa yakındır. O her şeye kâdîrdir. O her şeye hazır ve nâzırdır. Dilediğini yapmakta tamamen serbesttir.

O’nun sıfatlarının hiçbir şekilde değişiklik veya dönüşüme ihtiyacı söz konusu değildir. Yüce Mevlâ yarattıklarının sıfatlarının üstünde ve temizdir. O, dünyada sıfatları ile bilinmekte ahirette ise, şânına yaraşır bir nicelik ve nitelikle görülecektir. Yani benzersiz ve emsalsiz bir şekilde görülecektir. Zira ahiret alemindeki görmek keyfiyeti, dünyadakine hiçbir şekilde benzemez. O’nun hiçbir şekilde benzeri yoktur.

3) Allah'ın Kudreti

Yüce Allah her şeye güç yetirendir. Mülkü mükemmelliğin zirve noktasındadır. Onun için acizlik veya yetersiz kalmak düşünülemez. Dilediğini yapmaya gücü yeter. Yedi gök ile yerküresi, kürsü diye tabir edilen kavram, O’nun gücünün, kudretinin ve elinin altındadır.

4) Allah'ın İlmi

Allah Teâlâ bilinmesi gereken her şeyi bilir ve ilmi her şeyi kuşatmıştır. Göklerden yerin derinliklerine kadar var olan her şeyi ilmi ile kuşatmıştır. Nitekim eşyalar tümüyle O’nun ilmi sayesinde ortaya çıkmış, iradesiyle yaratılmış, kudretiyle şekillenmiştir. Hiç şüphesiz Yüce Allah çöllerdeki kumlarının sayısını bilmektedir. Keza yağan yağmurların tanelerinin, ağaçların yapraklarının sayısını ve engin fikirlerin kapsadığı zengin bilgileri tam anlamıyla bilmektedir.

O’nun dilediği her şey mutlaka olur. Dilemediği hiçbir şey ise, asla olmaz. Şu halde, olan olacak veya varlık aleminde vücut bulan her şey kesinlikle O’nun tek bir emir ve izni doğrultusunda gelişir.

5-6) Allah Duyan ve Görendir

Bilinen her şey onun bilgisi kapsamında olduğu gibi, O duyulan her şeyi duyar ve görülen her şeyi görür. O, kendisine has duyma ve görme vasıfları ile gece karanlığında karıncanın sürünmesini duyar ve görür. O’nun duyma iradesinden yer tabakalarının altındaki en ufak canlıların sesi dahi kaçmaz. Oysa O’nun duyması kulakla değil, görmesi gözle değildir. O’nun ilmi düşünceden kaynaklanmaz. Şu halde O’nun her fiili araca ihtiyaçsızdır. Dolayısıyla herhangi bir şeye ol emri verince, hemen oluverir.

7) Allah'ın Kelamı

O’nun Yüce emri tüm yaratılmışlarda etkili ve geçerlidir. O’nun haber verdiği, söz verdiği veya korkuttuğu hükmü, hak olup kendisinden gelen bir husustur ve O’nun kelamı cümlesindendir. O âlim, irade sahibi, buyuran, kudret sahibi, duyan ve gören zat olduğu gibi, konuşma vasfına sahip bir ilahtır. O’nun kelamının oluşması için boğaz, dil, ağız ve diş gibi araçlara ihtiyaç duyması söz konusu değildir. Kur'an, Tevrat, İncil, Zebûr ve tüm peygamberlere (as) inen kitapların tamamı O’nun kelamı cümlesindendir. Kelamı ise O’nun bir sıfatını oluşturmakta ve tüm sıfatları kadimdir, ezelîdir. Beşerin kelamı, harf ve sesten oluştuğu halde, Allah'ın (c.c.) kelamına gelince, o ses ve harflerden arındırılmış bir niteliktedir.

8) Allah'ın Fiilleri

Varlıktaki tüm alemler O’nun yarattığı cümlesindendir. O’nunla birlikte herhangi bir şerik/ortak veya yaratıcı söz konusu değildir. O tek yaratıcıdır. Eğer insanlara yorgunluk, hastalık, fakirlik, aciz kalmak, cehalet gibi vasıflar vermişse de, bu da mutlak adaletinin gereğidir.

O’nun fiillerinde hâşa zulüm söz konusu değildir. Zira zalim, başkasının mülkünü elinde tutan kimsedir. Hiç kimse için mülk söz konusu olmadığından, Yüce Mevlâ kendi mülküne sahip demektir. O’nunla birlikte mülk sahibi olan hiç kimse yoktur.

9) Ahiret İnancı

Bilindiği gibi Yüce Allah (c.c.)  insanları iki nitelikte yaratmıştır: beden ve ruh. Bedeni ruh için bir barınak olarak halk etmiştir ki, bu dünyada iken ahireti için bir hazırlık yapsın. Her ruh için cesette kalması için belirli bir süre tayin etmiştir. Dolayısıyla o sürenin sonu, o ruh için bir ecel ifade etmektedir. İleri ve geri gidemez. Şu halde ecel geldiğinde, ruh ve cesedi yek diğerinden ayıracaktır.

Kıyamet günü ise hesap, karşılaşma, tartışma ve cezalandırma günüdür. Ruh cesede iade edilir. Herkesin amel defterleri dağıtılır ve amelleri insanlara gösterilir. Herkes amel defterine bakıp amellerini görür ve yaptıklarını görür ve değerlendirir. Böylece itaat ve günahkarlık derecesini öğrenmiş olur. Daha sonra amelleri manevi bir amel terazisi ile ölçülür. Ardından sırat köprüsünden geçmesine izin verilir. Sırat köprüsü ise kıldan ince ve kılıçtan keskindir. Bu dünyada iyi yolda olan kimse açık ve pürüzlü bir nesne ile karşılaşmadan rahatlıkla geçer. Şayet iyi yolda olmayıp salih amel işlememiş ve hak yolu seçmeyip mevlasına isyan etmiş ve kendi nefsinin isteklerine uymuşsa, o sırat köprüsünden geçebilecek bir imkan bulamayıp, geçmeyi başaramaz ve cehenneme yuvarlanır.

10)  Resulullah (sav)

Allah Teâlâ kainatın alın yazısını, yani gidişatını belirlerken insanların fiil, davranış, kazanç ve amellerinden bir bölümünü iyi insan olmaya vesile kılmış, bir bölümünü de kötü olmasına sebep olarak belirlemiştir. İnsan kendi başına bu süreci bilemez. Yüce Allah (c.c.) kerem ve rahmetinden ve minnetinden gelen bir iradeyle, birtakım melekler yaratıp ezelden beri, iyi insan olarak belirlediği kimseleri göndermiştir. Bunlar da peygamberlerdir. “Hepsine salât ve selam olsun.” Bu süreçten sonra Yüce Allah bu peygamberleri insanlara elçi olarak gönderip iyilik ve kötülük yolunu bildirmiştir. Ta ki insanların Allah'a karşı herhangi bir hak iddiası, itirazı kalmasın.

En son peygamber olarak Peygamberimiz Muhammed'i (sav) göndermiş ve onu hem korkutucu hem müjdeleyici kılmıştır. Böylece peygamberliğini olgunluk derecesine ulaştırmıştır. Artık onun getirdiğine herhangi bir ilave yapmaya gerek kalmamıştır. Bu nedenledir ki Yüce Allah O’nu “Hatemü-l Enbiya” (Peygamberlerin sonuncusu) kılmış olup, ondan sonra bir peygamberin gelmesi söz konusu değildir.

 

İman Ağacının Dalları

İmam Gazâlî, iman ağacının dalları hakkında Sultan Melikşah'a şunları söylemektedir:

“Ey Sultan bilmiş ol ki, insanın kalbinde bulunan mârifet ve itikat gibi kavramlar, imanın temelini oluşturmaktadır. Diğer yedi organlar yardımıyla oluşan ibadetler ve adalet gibi kavramlar da imanın dalları derecesindedir. Bedenin iyi amel işlemesi kalpteki imanın habercisi ve kaynağıdır.

İmanın dallarını oluşturan ameller ki, bunlar haram olan hususlardan kaçınmak ve farzların yapılması gibi amellerden oluşmaktadır. İki kısma ayrılmaktadır. Birincisi, seninle Rabbin arasında olanıdır. Oruç, namaz, hac, zekat ve haram içkilerden sakınmak ve iffetli davranmak gibi. Diğeri ise seninle halk arasındaki münasebetlerdir. O da halk ile iyi ilişkiler içinde bulunmak, halka karşı adilane davranmak, zulümden kaçınmak vb.

Bilmiş ol ki, senin ile Rabbin arasındaki muamelede, Yüce Allah'ın affı yakındır. (Yani Yüce Allah’ın kuluna karşı müsamahası boldur.) Fakat insanlara karşı yapacağın haksızca ve zalimane tutum ve davranıştan dolayı Yüce Allah kıyamet gününde hiçbir şekilde seni affetmez, tolerans tanımaz. Bunun cezası vahimdir. Bu nahoş durumdan hiçbir melik kurtulamaz. Ancak adalet ve insafla hareket eden kral, bunun istisnasıdır. Ta ki kıyamet gününde adalet ve insafın nasıl aranıp değerlendirildiğini anlayabilsin.”

İmam Gazâlî Sultan Melikşah’a, adalet ve insafla nasıl hareket edileceğinin on temel esasını kitabında şöyle anlatmaktadır.

1)Saltanat ve İdare

Bir konuda irade sahibi olmak Yüce Allah'ın kuluna verdiği nimetlerden biridir. Bunun hakkını veren, ötesinde saadet olmayan sınırsız bir saadete ulaşır. Bu hakkı yeterince vermeyen kimse ise, öyle kötü bir duruma düşer ki, bundan sonra yüce Allah'ı inkar talihsizliği gelmektedir.

Gazâlî bu husus ile ilgili hadisleri şöyle sıralamaktadır:

Sultanın bir günlük adaleti Yüce Allah'ın (c.c.) nezdinde yetmiş senelik (nafile)  ibadete bedeldir.” (Hadis)

İnsanlar arasında Allah'ın en çok sevdiği ve O’na yakın olan kişi adaletle hükmeden sultandır. Yüce Allah'ın en çok sevmediği ve ondan en çok uzak olan kişi ise zulüm yapan sultandır.” (Hadis)

Bir gün gelecek ki, siz doğu ve batıyı fethedip hükmedeceksiniz. Bu işte yetkili her kim var ise ateştedir. Ancak Allah'a karşı takva anlayışı ile davranıp doğru yolu izler ve böylece emaneti yerine getirenler müstesna.” (Hadis)

Her bir kul ki, Yüce Allah kendisine, halka amirlik yetkisini verir de onlara haksızlık yapar ve iyilikleri için iyi davranış sergilemez ve onlara karşı şefkatli olmazsa, kesinlikle Yüce Allah onun için cenneti haram kılar.” (Hadis)

Benim ümmetimden iki kişi şefaatimden mahrum kalacaktır. Zalim melik ve yenilikçi olup dinin sınırlarını aşan yetkili kimse.” (Hadis)

Gazâlî devlet yöneticilerine Hz. Ömer’i (ra) örnek gösterir ve şu sözünü hatırlatır: “Şayet bir su kenarında uyuz bir keçinin ilaçlanmadığını görürsem, kıyamet gününde ondan dolayı sorumlu tutulmaktan endişe ederim.” Bu nedenle sultanların Hz. Ömer'i örnek almasını tavsiye eder.

2) Alimlere Yakın Olmak

Gazâlî'ye göre sultanlar her an alimlere yakın olmaya gayret etmeli ve onlardan öğüt almaya önem vermelidir. Ancak ilmi ile amel etmeyen kötü alimlerden sakınılmalıdır. Bu kötü alimlerin sultanı methedip doğru yoldan saptırabileceğini ifade eder. Aslında gerçek alim olan kişi sultandaki mala karşı hırslı değildir. Nasihat ederken insaflı davranır. Gazali şöyle diyor:

“Şu halde hükmetmek niyetinde bulunan kimse başkalarına yapılan vaaz ve nasihatleri kabul ile karşılamalı, her karşılaştığı alimden kendisine öğüt vermesini istemeli. Alimlerin de meliklere bu kabil öğütlerle öğüt vermeleri gerekir. Onları mağrur edici söz sarf etmemeli ve hak sözü onlardan esirgememeli. Aksi halde onları hak yoldan saptıran suç ortakları olurlar. Yüce Allah daha iyi bilendir.”

3) İdarecinin Adil Olması

Gazâlî'ye göre sultan yalnız kendisini zulmetmekten uzak tutmakla yetinmeyip çevresini, arkadaşlarını ve tüm beraberindekileri de bu yolda eğitmelidir. Onların da zulmetmelerine rıza göstermemelidir. Çünkü kendi nefsinin zulmünden sorumlu olduğu gibi onların da zulümlerinden sorumludur. Gazâlî şöyle söylüyor:

“Ey Sultan, bilmiş ol ki, açıkça belirlendiği üzere adaletin görülmesi aklın olgunluğu ile ilgilidir. Aklın olgunluğu ise eşyaları oldukları gibi görmektir. Dolayısıyla iç yüzlerinin mahiyetini algılayıp dış görünüşe aldanmamalıdır. Akıllı kimse, eşyanın ruh ve aslına ve özüne bakıp, dış görünüşe aldanmaz. Bu söylediklerimizin esas anlamı şudur: Buna inanmayan akıllı biri değildir. Akıllı olmayan da adaletli değildir. Adaletli olmayanın varacağı yer ise cehennemdir. Bu nedenle mutlulukların tümünün sermayesi ve kaynağı akıl cevheridir.”

4) İdarecinin Öfkesi

Gazâlî'ye göre, yöneticiler genelde kibirli ve mağrur kimselerdir. Bundan dolayı öfkelerin kaynağı ve intikamın hedefindedirler. Öfke aklın düşmanı ve afetidir. Bu nedenle yöneticinin hoşgörülü ve affedici olması gerekir. Bunu alışkanlık haline getiren yönetici enbiya ve evliyaya benzemiş olur. Öfkesinin gereğini yapmayı adet edinirse yırtıcı hayvanlara benzemiş olur. Gazâlî bu konuda aşağıdaki hadisleri zikretmektedir.

“Öfkesi tutulamaz gibi olduğu halde öfkesine hakim olan kimsenin, Yüce Allah kalbini imanla doldurur. Kibir ve gururdan kaçınmak amacıyla uzun elbise giymeyen kimseye Yüce Allah ona asalet giysilerini giydirir.” (Hadis)

Öfkelenip de, Allah'ın öfkesini unutana yazıklar olsun.” (Hadis)

5) İdarecinin Şefkati 

İmam Gazâlî bu konuda şunları söylemektedir:

“Sana gelen vakalar ve sana sunulan hadiselerde, kendini halktan birinin yerine koy. Ve başkası senin valindir. Kendin için hoş görmediğin şeyi hiçbir Müslüman için de hoş görmemen gerekir. Şayet kendin için hoş görmediğin bir şeyi, onlar için hoş görürsen, vatandaşına hıyanet ve emrin altındaki kimselere insafsızlık etmiş olursun.”

Ateşten kurtulup cenneti seven bir kimse öyle olmalıdır ki, ölüm gelip çattığında dilinde Kelime-i Şehadet olsun. Ve de kendisi için hoş görmediği bir şeyi hiçbir Müslüman için de hoş görmemelidir.” (Hadis)

“Sabahlayan bir kimsenin kalbinde Allah'ın rızasından başka bir kaygı varsa, onun Allah ile herhangi bir ilgisi yoktur. Müslümanlara karşı şefkat göstermeyen onlardan değildir.” (Hadis)

6) İdarecinin İhtiyaç Sahipleri İle İlgilenmesi

Gazâlî’ye göre, melikler ihtiyaç sahiplerinin kapıda bekletilmesini hoş görmemelidir. Nafile ibadetler, bir Müslümanın ihtiyacını gidermek için engel olmamalıdır. Çünkü Müslümanların ihtiyaçlarının giderilmesi nafile ibadetlerden de üstündür.

7) İdarecinin Nefsine Hakim Olması

Gazâlî, meliklerin süslü, lüks elbiseler giyip lezzetli yemekler yemek suretiyle nefislerinin şehevi arzular peşinde koşmasını kabul etmez. Meliklerin bunları alışkanlık haline getirmemelerini öğütler. Onları her hususta kanaatli olmayı tavsiye eder. Çünkü kanaatsiz adalet olmaz.

8) Şefkatli Ve Anlayışlı Olmak

Yöneticiler imkanların el verdiği nispette ölçülü olmalıdır. Herkese karşı şefkat ve anlayışla muamele etmelidir. Kırıcı ve şiddet içeren bir yaklaşım sergilememelidir. Gazâlî bu konuda şu hadisleri zikretmektedir:

Herhangi bir vali ki, halkına şefkatli bir yaklaşım sergilemiyorsa, Yüce Allah da ona şefkat göstermeyecektir.” (Hadis)

Ey Allah'ım, halkına karşı iyi muamele sergileyen bir valiyi, sen de onu lütfunla karşıla, halkına öfkeyle yaklaşan bir valiye sen de ona öfkeli bir muamele ile yaklaş.” (Hadis)

Valilik ve amirlik, hakkını veren kimseler için birer hayırlı iş derecesindedir. Onların hakkında yetersiz kalanlar için de birer kötülük vesilesidirler.” (Hadis)

9) Öven Kimselere Aldanmamak 

İmam Gazâlî'ye göre, yöneticiler şer'i kurallara sımsıkı bağlı kalarak halkının rızasını kazanmaya çalışmalıdır. Bu konuda İmam Gazâlî şu hadisi örnek vermektedir:

Ümmetimin en hayırlısı, onların sizi sevip, sizin de onları sevdiğiniz kimselerdir. Ümmetimin en kötüsü ise, size karşı öfke duyup sizin de onlara karşı öfke duyduğunuz kimselerdir. Ve size lanet okuyup sizin de onlara lanet okuduğunuz kimselerdir.” (Hadis)

Gazâlî bu konuda şunları söylemektedir:

“Vali de kendisine yaklaşıp, öven kimselere aldanmamalıdır ve halkın kendisinden memnun olduğuna inanmamalıdır. Kendisini öven kimsenin de korkudan yaptığını bilmelidir. Belki yapması gereken şu olmalıdır ki, halkın arasına durumunu araştıran kimseleri salıp halkın dilinden hata ve kusurlarını öğrenmesi gerekir.”

10) Allah'ın Rızasını Gözetmek

Gazâlî'ye göre yöneticinin yaptığı işlerde Allah'ın rızasını elde etmeye çalışmalıdır. Bunun için şer'i hükümleri uygulamaktan çekinmemelidir.

Hz. Ömer (ra) şunları söylüyor: Bazen öyle durumlar oluyor ki, halkın yarısı bana karşı öfkeli durumdadır. Herhangi bir hakkı elinden alınan kimse ister istemez öfkelenecektir. Fakat hasımların ikisini memnun etmek mümkün değildir. Birinin rencide olması kaçınılmazdır. Allah'ın rızasını halkın rızası için terk eden insanların en cahilidir.

Hz. Muaviye (ra), Hazreti Ayşe (ra) validemize müracaat ederek kendisine nasihat etmesini ister. Buna karşı Hazreti Aişe ona şöyle cevap verir: “Yüce Allah'ın rızasını insanların öfkesinde arayan kimseden razı olduğu gibi, halkı da ondan razı kılar. İnsanların rızasını Yüce Allah'ın öfkesinde arayan kimseye de Yüce Allah öfkelenir ve halkı da onlara karşı öfkelendirir. Onlara Allah'a itaat etmelerini emretmez, dini bilgileri öğrenmelerini sağlamaz, onlara haram mal yedirir, çalışanın ücretini ödemez ve kadının mihri mislini vermez. İşte böylesi bir insana, Yüce Allah (c.c.) öfkelenir ve halkı da ona karşı öfkeli kılar.”

 

Yorum ve Eleştirileriniz için :  oryanmh@gmail.com

Ana Sayfa               Yorumlar

İmam Gazâlî’den Yönetim Sırları

Yayınlama Tarihi :  05.03.2023