İlluminati tarihin en gizemli cemiyetlerinden biridir. Uzun yıllar çok sayıda komple teorisinin merkezindedir. İlluminati tarihte büyük devrimlerden suikastlara kadar birçok olayın arkasında bulunduğu, son amacının dünyayı ele geçirmek olan gizli ve çok güçlü bir yapı olduğu düşünülmektedir. İlluminati  Alman hukukçu ve akademisyen olan Adam Weishaupt (1748,1830)  tarafından kurulmuştur. Weishaupt erken yaşlarda Cizvitlerden eğitim almıştır. Bu eğitim kendisinde tarikatlara karşı büyük bir nefret uyandırdığından, büyük bir hevesle Fransız felsefecilerinin yıkıcı öğretileri ve Hristiyanlık karşıtı görüşlerine yönelmiştir. Ayrıca kendisine Mısır okültizmi fikri Kölmer adındaki bir tüccar tarafından aşılanmıştır.

Adam Weishaupt, beş yıllık bir meditasyonla eski felsefi sistemleri inceledikten sonra İlluminati (Aydınlanmış olanlar) adını verdiği gizli topluluğu 1 Mayıs 1776'da Bavyera’da kurdu. Bu kuruluşun amacı Dünya Devrimi (İhtilali) planını uygulamaktı. Bu nedenle Weishaupt  gelmiş geçmiş en bilge komplocu olarak vasıflandırılmıştır.

İlluminati tarikatının mertebeleri masonluğun mertebeleri ile Cizvitlere ait derecelerin bir birleşimiydi. Weishaupt, Cizvitlerden nefret ederdi, ancak öğrencilerinin zihinleri üzerinde etki bırakmak adına Cizvit yöntemlerinin etkisini farkına vardığından, sistemlerini kendi amacına uygun şekilde hayata geçirme fikrini aklında tasarladı.

Toplumun her bir kesimini, İlluminizm’den gelecek kazanımlar sağlayacağına inandırılmayı amaçladılar. Bunun yanında krallıkları yağmalanacak prensler, dinleri tahrip edilecek rahip ve papazlar, yaptıkları ticaretin canına okunulacak tüccarlar, Kızılderililik seviyesine indirilecek kadınlar, kölelik şartlarına geri döndürülecek köylülerin hepsi, tarikatın gizemlerini su geçirmez bölmelere ayırma yoluyla, refah ve kurtuluşlarının sadece İlluminizm’de yattığı konusunda ikna edilecekleri sistemin amaçlanmasındaki dehanın gerçekten takdir edilmesi beklenir.

Kurulmak istenilen sistemin en başta gelen prensibi gizlilikti. Weishaupt  masonlukla yapılacak ittifakın sağlayacağı yararları anlamakta gecikmedi.  Manastır Başkanı ve Cizvit rahibi olan  Augustin Barruel (1741,1820) şöyle söylüyor: “Weishaupt ,Masonların gizli toplantılar düzenlediklerini, gizli bir bağ ile bir araya geldiklerini gördü ve hangi millete veya dine mensup olurlarsa olsunlar, belirli işaret ve kelimelerle birbirlerini kardeşler olarak tanıdıklarını bildi. Bu yüzden, Cizvitler’in rejimini ve gizemli bir sessizlik olan Masonlar’ın belli belirsiz varlıklarının usul ve yöntemlerini - kendi anlayışına uygun düştüğü kadarıyla - benimseyen bir topluluk anlayışı ile yeni bir bileşim fikri aklına düştü.”

Adam Weishaupt’un bir Mason olması, İlluminati tarikatını kurmasından 2 yıl sonra 1777 senesinde gerçekleşti. 1780 senesinin Temmuz ayında bir Mason olan Freiherr von Knigge, İlluminizm ve Masonluk arasında derin bir anlayışın bulunduğunu ortaya atarak, Weishaupt’e  İlluminati tarikatına kabul edilme isteğini açıkladı. Arzusu Weishaupt’ın onayı ile sonuç buldu.

Weishaupt ve Knigge arasında gerçekleşen müzakereler sonucunda iki topluluk arasında bir çeşit ittifak düzenlendi. Weishaupt masonluğun ilk üç mertebesini alarak bunu İluminizm’e uygun buldu. Ve  birleşik tarikatın üç sınıftan oluşacağına nihai olarak karar verildi. Bu sınıflar : 1) Minervaller, 2) Masonlar, 3) İçerisinde “Rahipler” ve “Naipler” rütbelerini içeren ve diğerine göre daha az önem arz eden gizemler. Öte yandan “Büyücüler” ve “İnsan-Krallar” tabirlerini içine alan daha büyük gizemler olarak ikiye ayrılmış, hepsinin en yücesi olan Gizem sınıfı.

İlluminizm ile Masonluk arasındaki ittifak, 1782 yılında yapılan Wilhemsbad Kongresinde resmen ilan edildi. Bu toplantıda Masonlar ve İlluminati'nin yanı sıra Martinist'lerde bulunuyordu. Bu farklı tarikatlar arasında, Bavyera İlluminatisi tek başına belli bir kampanya planı geliştirdi ve bundan böyle liderliği ele aldı. Bu kongrede geçenler, dışarıda kalan dünya için bilinmezliğini koruyacağı gibi böyle bir faaliyetin içine farkında olmadan sürüklenen ve ilk defa bu toplantıda liderlerin gerçek planlarını duyan ve hiçbir şey açık etmemek adına yemin altında tutulan kişiler için dahi hiçbir zaman bilinmeyecek. Lyons’taki Martinist Locası’nın üyesi olan dürüst Masonlardan Comte de Virieu (1754, 1793), Wilhemsbad Kongresi'nden dönerken yaşadığı paniği saklayamaz ve beraberinde getirdiği “trajik gizemlerle” ilgili kendisine yöneltilen sorular üzerine, şöyle cevap verir: “Bunları size anlatmayacağım. Diyebileceğim tek şey bütün bunların düşündüğünüzden çok daha ciddi olduğu. İlmek ilmek işlenen bu gizli düzeni o kadar iyi düşünülmüş ki, deyim yerindeyse, Krallıkların ve Kiliselerin bundan kaçması imkansız olacak.” O saatten sonra, de Virieu’nun biyografi yazarı M. Costa de Beauregard, “Comte de Virieu’nin  korkuyla bahsedebildiği tek şey Masonluktu” der.

Bu yıllar, Wilhelmsbad Kongresi’nde sonra Yahudilerin kurtuluşunu ifade eden başka faaliyetlerin gelişmesi ile tanındı. Bu seneler boyunca, Yahudi asıllı Alman filizof  Moses Mendelssohn (1729, 1786)’ın etkisi altında yazılan ve 1781 yılının Ağustos ayında biten Dohm'un Kaleme aldığı “Yahudilik Şartlarının Sivil Gelişimi” isimli bu büyük eser tarafından bütün Avrupa'da bir Yahudi taraftarlığı dalgası oluştu.

Nesta Webster, “İlluminati'nin Dünya Devrimleri” adlı kitabında Adam Weishaupt’ın planını şöyle açıklıyor:

“İlluminati Tarikatı Hristiyanlık dinini inkar edip zevk ve keyifleri desteklemiştir. Localarda, ölüm sonsuz bir uyku olarak ilan edilmiş; vatanseverliğin ve sadakatin dar görüşlü ön yargılar olduğu, evrensel iyilikle boy ölçüşemeyeceği bildirilmiştir. Ayrıca, bütün prensleri gaspçı ve birer zorba, bütün ayrıcalıklı sınıflarını ise suç ortağı olarak saymışlardır… Uzun soluklu ve başarılı endüstri ile çoğalan mülkleri koruma altına alan yasaları ortadan kaldırmak; ve gelecekte gerçekleşebilecek bu gibi bir çoğalımın önüne geçmek amacındaydılar. Evrensel özgürlük ve eşitliği, insanlığın daimi haklarını oluşturmak niyetindeydiler… Ve bütün bunlar için yapılması gereken elzem hazırlıklar olarak, bütün dinleri ve sıradan ahlak anlayışını kökünden söküp atmayı ve hatta evlilik yeminleri adına duyulan o derin saygıyı yerle bir edip çocukların eğitimlerini ailelerin elinden alarak aile hayatı bağlarını koparmayı hedefliyordu.

Basit bir formüle indirilerek, İlluminati’nin emelleri aşağıdaki altı madde ile özetlenebilir:

1) Monarşi ve bütün düzenli hükümetlerin kaldırılması,

2) Özel mülk anlayışının kaldırılması,

3) Miras anlayışının kaldırılması,

4) Vatanperverlik anlayışının kaldırılması,

5) Aile birliğinin kaldırılması (başka bir deyişle, evliliğin ve bütün ahlâk kurallarının yanı sıra, çocukların eğitimlerini ortak bir şekilde aldıkları kurumların kaldırılması),

6) Bütün dinlerin kaldırılması.”

Bu maddeler uygarlık tarihinde şimdiye kadar eşi benzeri görülmemiş bir planın ana hatlarıydı. Şimdiye kadar hiç kimse medeniyeti oluşturan kavramların bu kadar ciddi bir şekilde yok etme niyetinde olmadı.

Bavyera hükümeti, İlluminati'nin bu amaçlarından rahatsız olmuş ve onları deşifre etmişti. Üyelerin evlerine yapılan baskınlarla elde edilen planlar “İlluminati Tarikatının Orijinal Belgeleri” adıyla yayınlandı. Ancak bu yayın Avrupa'da pek ilgi görmedi. Çünkü belgede ileri sürüden planlar akıl almaz şeylerdi. Bavyera hükümetinin baskısıyla, üyelerin bir kısmı ve Adam Weishaupt   İngiltere'ye kaçtılar. Ancak bir süre sonra örgütlerini tüm medeni dünyaya gizlice yaymaya başladılar.

 

Fransa İhtilali

İlluminizm’in Bavyera'da baskı altına alınmasından iki sene önce, tarikatın üstadları Fransa'da çalışmalarına başlamışlardı. Genel olarak Sicilya’lı bir Yahudi olarak ünlenmiş büyücü  Cagliostro (1743, 1795) İlluminati üyesi olarak Almanya'da tarikata kabul edildi. 1790 senesinde Papalık tarafından Roma'da gerçekleştirilen sorgusu sırasında verdiği beyanlara göre, “Tarikata kabulü Frankfurt'a yakın mesafedeki bir yeraltı odasında gerçekleşmiş ve kağıtlarla dolu demir bir kutu açılmıştı. Takdimciler kutunun içinden ilk sayfasında “Bizler, Tapınak Şövalyeleri’nin Büyük Ustaları” cümlesi yer alan bir el yazması kitap çıkarmışlardı. Sonrasında ise seramoniyi kanla yazılmış bir yemin metni takip etmişti. Kitapta, İlluminizm’in  taht ve mihraplara karşı oluşturulmuş gizli bir düzen olduğu ve ilk darbelerin Fransa'ya indirileceğinden, Fransız monarşisinin alaşağı edilmesinden sonra ise sıranın Roma'ya geleceğinden bahsedilmiştir.”

Buna göre Fransız monarşisine indirilen ilk darbeler Almanya İlluminati’sinin konseylerinde tasarlanmıştı. İhtilalin ilk safhalarında düzenlenen gerginliklerin en öne çıkan örneği tarihte “Büyük Korku” olarak bilinen ve aynı gün, 22 Temmuz 1789 ve neredeyse aynı saatte, Fransa'nın bütün kasaba ve köylerinde,  haberleri süratle at sırtında ulaştıran ulaklar, “Kral Fermanı” başlığıyla “Kral bütün şatoların yakılıp kül edilmesini emretmekle birlikte; sadece kendi şatosunun bırakılmasını istiyor!” ibareleri kullanılan pankartlar sergilediler. Ve kendilerine verilen bu emirlere itaat eden halk bulabildikleri her silahı kapıp, omuzlarına yüklenen imha etme görevini yerine getirmek üzere yollara düştü. Böylelikle komplocular, halkı yasa ve düzene karşı silahlandırarak, ki bu 1789'dan bu yana sosyal ihtilal planlarında her daim ilk maddeyi oluşturan ilkedir, emellerine ulaştılar.

İlluminizm ihtilalin ilk iki senesi boyunca kendisini halk ayaklanmaları kisvesiyle perdeledi. Ancak Jakoben Kulüpleri’nin Fransa genelinde oluşum göstermesiyle hakimiyet kurma planı daha da açık olarak ortaya çıktı.

İhtilalde kadınların ön plana çıkarılmasına çalışıldı. Çünkü ihtilal zamanlarında, öncü rolü üstlenebilecekler akıllı ve enerji dolu olanlar değil, düzensiz tahayyüllerinin ve sapkın ihtiraslarının bir erkeğin sahip olabileceğinden daha korkunç bir gaddarlığı tetiklediği kadınlardır. Kardeş topluluklarındaki haftada üç kere yapılan toplantılarda bir araya gelen kadınlar arasındaki ihtiraslar üzerinde oyunlar oynayan Jakobenler, bu kadınların öfkelerini ateşe verdi ve 10 Ağustos günü yapılan gaddarlıkların içinde bulunan o dehşet uyandırıcı zalim kadın gruplarını hazırladılar.

Eylül'den önceki günlerde yapılan rahip katliamları ile açılışı yapılmış, dine karşı yürütülen kampanyalar Kasım 1793'te bütün Fransa'ya yayıldı. Eğitime karşı yürütülen kampanyalar, uygarlığın yok edilmesi planının dahi ileriki safhalarını oluştururken, Fransa'nın üretim yapan kasabalarının tahrip edilmesi ve tüccarlarının bellerinin bükülmesi durumlarının geride bıraktığı izlere yine benzer şekilde Weishaupt’un “Tüccar takımına” karşı yaptığı konuşmalarda rastlanabilir. Kütüphaneleri yakıp yıkan ve “cumhuriyetin kimyagerlere ihtiyacı yoktur” bahanesiyle  kimyacı bilim adamı Lavoisier’i giyotin ile idam eden teröristler, basbayağı Weishaupt’un bilimleri “gerekliliğin, doğanın aksine karışık ihtiyaçlar halinin oluşturduğu bir durumun, beyhude ve boş zihinlerin ortaya koyduğu icatların çocukları” olarak gördüğü teorisini uygulamaya koyuyordu. “Yetenekli kimselere karşı yürütülen işkence çalışmaları planı önceden tertiplenmişti”. Korku Krallığı ise bu temel dayanağın mantıki bir dışa vurumuydu.

İlluminizm sanatının incelikleri hünerli kimseleri olduğu kadar ahmakları da tarikata kazandırmakta yatmaktadır. Dürüst vizyonerlerin hayallerini veya fanatik kimselerin planlarını körükleyerek, hırslı egoistlerin işe yaramazlığına dalkavukluk ederek, akli dengesi yerinde olmayan kişileri etkileyerek, ya da altın veya güç doyumsuzluğu gibi hırslar üzerinde oyunlar oynayarak ve tamamıyla farklı amaçlara sahip insanlar oluşturmak bu tarikatın gizli amacına hizmet etmiştir.

Korku Krallığı sadece İlluminizm’in  değil, aynı zamanda sosyalist doktrinlerin mantığının da bir sonucudur. Dolayısıyla örneğin, 1793 yazı boyunca sürdürülen kütüphanelerin yakılması, sanat ve edebiyat eserlerinin tahrip edilmesiyle medeniyete karşı düzenlenen saldırıların hepsi Adam Weishaupt’un planının birer parçasıydı. Ancak bütün bunlar halk egemenliği sosyalist teorisi ile de mükemmel bir şekilde tutarlılık göstermekteydi.

Burjuva sınıfına karşı yürütülen bu çalışmalar başlıca desteğini Jakoben kökenli Fransız devlet adamı, hukukçu M. Robespierre (1758, 1794)'den gördü. O zamandan beri sosyal ihtilallerin savaş narası haline gelen orduya çağırma durumunu ilk kez dile getiren Robespierre’di. “Dahili tehlikeler burjuva sınıfından gelir; bu sınıfı yenebilmemiz içinse, halkı ayaklandırmalı, halk için silah tedarik etmeli ve onları sindirmeliyiz.” Fransa'nın üretim yapan kasabalarına saldırılarda bulunarak ticaretle uğraşan burjuvalara karşı yürütülen bu planın doğurdu tabii sonuç elbette geniş çapta bir işsizliğin ortaya çıkması oldu. Aristokrasinin yıkılışı sayısız çalışanı sokaklara dökmüştü bile, bu sebeple 1791 senesi itibariyle zenginlerin ihtiyaçlarına ve kaprislerine hizmet eden bütün çalışanlar işsiz kalmıştı. Bunlar, Paris sokaklarında dolaşıp içinde bulundukları durumun vahameti hakkında konuşmak için kalabalıklar halinde bir araya gelmişlerdi.

Fransa'nın tamamında boğulmuş, giyotin ile idam edilmiş ve vurularak öldürülmüş kurbanların toplam sayısı 300.000'i bulmuştu ve bu sayı içinde kurban edilen soylular toplamda neredeyse sadece 3000 kişi oldukları için hemen hemen göz ardı edilebilir bir miktardaydı. Halktan 500 çocuk bir gün içinde hunharca öldürüldü ve İngiliz bir çağdaşa göre, ordu için gömlek diken  144 yoksul kadın nehre atıldı.

1973'ün başlarında Viyana Mecmuası editörü Aloys Hoffman (1760, 1806) şöyle yazmıştır:

“Dünyanın suretini değiştirecek olan o büyük plana aklı yetenler Fransızlar değildi. Bu onur Almanlara aitti. Fransızlar ancak bu planın uygulanmasını başlatma ve bu halkın zekasına uygun olarak giyotin ile adam öldürme, entrikalar oluşturma, suikastlar gerçekleştirme, ortalığı kızıştırma ve yamyamlık olan nihai sonuçları gerçekleştirme onurlarında hak iddia edebilirler… Peki ya o zaman Jakobenler’in dillerine doladığı o evrensel özgürlük ve eşitlik, sadece tiranlar olan kral ve prenslerin yaptığı baskılar, din adamlarının verdiği sıkıntılar, Hristiyan dinini ortadan kaldırıp felsefi bir din oluşturmaya yönelik alınan elzem tedbirlere dair dillerde dolaşan o sonsuz nakarat - öyle ki bu, İlluminati tarikatının önde gelenlerinden olan Mauvillon’un Hristiyanlığa, Baron von Knigge ve Campe’nin ise devlet dinine dokundurmalar yaptıkları açıklamaların her birini akıllara getiren bir nakarat - nereden gelmektedir? Bu iki topluluk arasında bir ittifak yoksa eğer, İlluminati’nin “Orijinal Metinleri” ile uyumluluk gösteren bütün bu şeyler nereden gelmektedir? Jakobenizm’in her yerde, en ufak ülkelerde dahi, taraftarlarının olması nereden gelmektedir? Bütün bunların, araştırmalar derinleştikçe görülüyor ki, İlluminizm  ile bağlantı halinde olduğunu nasıl açıklayabiliriz?... İhtilalin Masonluktan geldiğini ve bunun yanında yazarlar ve İlluminati Tarikatı tarafından gerçekleştirildiğini tekrar etmeyi hiçbir zaman bırakmayacağım.”

Barruel şöyle söylemektedir: “İhtilalin Fransa'da son bulduğunu ve Fransa'da gerçekleşen ihtilalin Jakobenler’in yaptığı bir girişimden başka bir şey olmadığını düşündünüz. Tüyler ürperten ve korkunç bir tarikatın duyduğu arzulara bakılacak olursa, sizler bütün tahtları ve mihrapları alaşağı edecek, bütün mal ve mülklerin kökünü kazıyacak, yine bütün yasaları silip yok edecek ve bütün toplumu lağvederek planlarına son verecek olan ve bütün bir geneli kapsayan o büyük ihtilal adına tasarlanmış planların sadece ilk basamağına eriştiniz.” Gerçekten Adam Weishaupt da şöyle beyan etmemiş miydi: “Bu ihtilal Gizli Toplulukların yaptığı bir çalışma olacak ve bu da bizlerin sahip olduğu o büyük gizemlerden biri.”

18 Brumaire Darbesi 9 Kasım 1799’da General Napolyon Bonoparte’i Fransa’nın Birinci Konsülü olarak iktidara taşıdı ve bundan sonra  komplo çalışmalarına el konuldu. İlluminizm’e  karşı ezici darbelerde bulundu. Gizli topluluklar kapatıldı. Bu nedenle, Napolyon'un 15 sene boyunca iktidar dizginlerini elinde tuttuğu dönem, Avrupa'nın son 140 sene boyunca Weishaupt tarafından ateşlenen İlluminizm ateşinin yok ediciliğinden uzakta kalarak huzura kavuştuğu tek dönemdi.

 

İlluminati’nin Yeniden Dirilişi

Napolyon'un iktidarı sona erdikten sonra, İlluminizm’in  içten içe yanan alevileri yeniden tüm Avrupa'ya yayılmıştı. İlluminati'nin Bavyera'da baskı altına alınmasından hemen sonra resmi olarak işleyişe konan Alman Birliği gerçekte Adam Weishaupt’ın başka bir isimle yeniden düzenlenen tarikatının ta kendisiydi. Bunu takip eden yüzyılın başlarında Tugendbund ve Burschenschaft  gibi diğer topluluklar da neredeyse aynı ilkeler üzerinde uygulamaya konmuştu. İlluminati'nin en şiddetli öğelerinden oluşan Tugendbund “Alman Ortaklığı” olarak bilinen ve Birleşik bir Almanya oluşturulmasını hedefleyen daha ileri boyutlardaki bir tarikata dönüşmüştü. Burada insanı en çok etkileyen şey, bütün sıkıntıların sebebi ve azmettiricisinin İlluminati Tarikatı olmasının yanında, insanların bu tarikat üyeleri ile her yerde karşılaşması, bu habis sistemin Prusya Kralına dahi aşılanması ve kralın en büyük sırdaşı konumunda olan kişinin (Bischoffswerder) bu tarikatın en önde gelen zatlarından biri olmasıdır.

Yazar Lombard de Langres (1765, 1830),  “Gizli Topluluklar” adlı kitabında şöyle yazmaktadır:

“Bu Alman toplulukları, Klemens von Metternich (1773, 1859) (Eski Avusturya İmparatorluğu İçişleri Bakanı) tarafından ayrıca İlluminizm’in birer sonucu olarak görülmüştür. 1832 senesinde kaleme aldığı bir yazısında şöyle bahseder: Almanya, bugün Avrupa'nın tamamını kapsayan bir takım kötülüklerden uzunca bir süredir müzdariptir… Aynı (Bavyera) hükümet, İlluminati tarikatını baskı altına almaya çalışıp, kendisine acımasızsa saldırmak mecburiyetinde kalmışsa da, söz konusu tarikat hiçbir zaman yok edilememiştir. Öte yandan, Tarikat, koşullara ve zamanın beraberinde getirdiği ihtiyaçlara göre, sırasıyla Tugendbund, Burschenschaft vb. isimlerle anılmıştır.”

19. yüzyılın ilk evreleri boyunca Yahudiler sayıları her geçen gün daha da artarak Masonluğa ait localara ve belli başlı Gizli Topluluklara sızmışlardır. Mısırlı Memphis ayini Fransız ihtilali’nden önce Yahudi bir İlluminati üyesi olan  Cagliostro  tarafından kurulmuştu.  90 Yahudi mertebesinden oluşan  Mizraizm  Ayini ise 1815 yılında Paris'teki Yahudiler tarafından oluşturulmuştu Fransız bir Mason otoritesi olan Jean-Marie Ragon (1781, 1862) bu oluşumu Yahudi Masonluğu olarak adlandırmıştır.

Fransız filozof Joseph de Maistre (1753, 1821), Yahudiler’in kendisinin detaylı çalışmalarda bulunduğu ve o zamanlarda tüm Avrupa'nın başına dert olmuş bütün kötülüklerin kökeni olduğuna inandığı bir sistem olan İlluminati Tarikatı’nda aktif bir rol oynadığını artık beyan ediyordu. 1816 senesinde kaleme aldığı eserlerindeki tüm tezahürlere bakılacak olursa, Avrupa'daki soylulukla ilgili her türlü organın, bütün soylu kurumların, bütün tahtların ve mihrapların yok edilmesi adına oluşturulmuş topluluklar su götürmez surette var olmuştur.

 

1848 İhtilali

İlluminati'nin entrikaları sonucunda 1848 yılında bütün Avrupa'yı sarsan siyasi ayaklanmalar oldu. Bu nedenle bu yıl tarihe Devrimler Yılı olarak geçti. 1848 ihtilallerini planlayan merkez Masonların Mısır Riti idi. Mısır Riti Asyalı Kardeşler’in etkisini taşıyan masonik bir ritüel biçimiydi. Mısır Riti, Mısır'daki diğer gizli cemiyetlerle bağlantılıydı ve bunlardan biri “İsmailî Büyük Locası” idi. Masonik Mizraim (İbranice Mısır demektir) Riti’ni Masonluğa sokan Yahudi Cagliostro olup Mısır'daki gizli örgütlere dayanarak kurmuştur.

Mısır'ı işgal eden Napolyon'un ordusunda her çeşit Mason  bulunuyordu. Bunlar Cagliostro’nun Masonlarını da Mısır'a taşımış ve oradaki ezoterik bir kardeşlik örgütü olan on birinci yüzyıldan kalma İsmailî Masonluğu ile tanışmışlardı. İsmailî Masonluğu, okült literatürde “Luxor Hermetik Kardeşliği” olarak bilinir.

Mısır’ın yerlisi olan Fransız Samuel Honis, esrarengiz Kont Aziz Germain (1710, 1784) tarafından Kahire Büyük Locası’na inisiye edilmişti. Aziz Germain, Mason büyük üstadı idi ve Cagliostrı’yu da Mısır gizemlerine  (yani Mısır Masonluğuna) inisiye eden de oydu. Daha sonra  Samuel Honis 1814’de “Mısır Riti Masonluğu’nu Fransa’ya getirdi.

Bir müddet yeraltına inen Masonik “Mısır Riti”, “eski ve primitif rit” olarak yeniden ortaya çıktı. Mensupları arasında çok sayıda Sabataycı-Frankist vardı ve bunlar 1848'deki yıkıcı hareketlerde önemli roller üstlenmişlerdi. Bunlardan biri de 1845'te Brüksel'e yerleşerek arkadaşı Friedrich Engels (1820, 1895)’le birlikte “Komünist Ligi”ni kuran Karl Marx (1818, 1883) idi. Komünist Ligi, daha önce “Adiller Birliği” olarak bilinen örgütün içinden çıkmıştı. Bu birliği kuranlar İlluminati üyesi Fransız Jakobenlerdi.

Marx bir Sabataycıydı. Marx'ın Sabataycılığı babası Heinrich’ten geliyordu. “History of the Jews” (Yahudilerin Tarihi) adlı kitabın yazarı Paul Johnson, Marx'ın tarih teorisinin “Mesih Çağı’na ait Kabalistik teorilerden alıntı olduğunu iddia ediyor.

Marx’ın felsefesi Alman filozof Friedrich Hegel’den alınmıştır, ama Hegel de Luria Kabalası’ndan etkilenmiştir. Hegel gibi Marx da dünyanın diyalektik bir formülüne göre geliştiğine inanırdı. Aralarındaki fark, Marx’ın Hegel’in tarihin ruhçu itici gücüne inanmamasıdır. Marx'a göre tarihin itici gücü sadece maddeydi.

1848'de Marx, Komünist Manifesto'yu yayınladı. Manifesto'nun yayınlandığı tarihlerde, Avrupa'da bir dizi devrim hareketleri başlamıştı. İlk devrim Fransa'da başlamıştı. Devrimin lideri Memphis Riti’ne bağlı bir Mason olan Louis Blanc idi. Devrim sonunda Kral Louis Philippe devrildi ve yerine İkinci Cumhuriyet kuruldu.

1848 devrimi sonucunda Almanya'da “ulusal birlik” sağlanmıştı. İtalya'yı birleştirmeye çalışan İtalyan mason, yazar Mazzini (1805, 1871)’in  çabaları, İtalyanların bağımsızlıklarını korumak yolundaki inatları yüzünden bir sonuca ulaşamamıştı.

1848 devrimi iki Yahudi İlluminati lideri tarafından koordine edilmiştir.  Bunlar G. Mazzini ve Adriano Lemmi idi. Lemmi çok yetenekli bir devrimci – fesatçı idi ve Mazzini’den den sonra (1872'de) Grand Orient'in büyük üstadı oldu.

Avrupa okültisleri ve Mısır'daki kardeşleri arasındaki sıkı ilişki sonucunda, İlluminati'nin geleceğe yönelik “Üç Dünya Savaşı Planı” ortaya çıktı. Bu plan 1870'te “Palladian Riti”ne mensup dört İlluminati üyesi tarafından ortaklaşa hazırlanmıştı. Bunlar, İtalya’dan Mazzini, İngiltere’den Lord Henry Palmerston, Almanya’dan Otto von Bismark ve ABD’den General Albert Pike  idi. Bu dört kişi de 33. derece İskoç Riti masonuydu.

Büyük Doğu Masonluğu büyük üstadı ve büyük patriarkı Lord Palmerston, Kraliçe Victoria’nın dışişleri bakanıydı. Palmerston aynı zamanda bir şövalye tarikatı olan Order of the Garter üyesiydi. İngiltere'nin Çin'e karşı açtığı Afyon Savaşları’nda (1840 ve 1858) başbakandı. Bu tarihler İlluminati’nin  narkotik sömürü politikasının da başlangıç yıllarıydı. İlluminati’nin narkotik stratejisi 20. yüzyılda da bütün acımasızlığı ile devam etmiştir.

Paris'te patlak veren ihtilal, Avrupa'da çıkacak yangının sinyallerini de vermişti. 1 Mayıs'ta Baden’de, 12'sinde Viyana'da baş kaldırdılar başlamıştı. 13'ünde Berlin'de çıkan ayaklanmaları 18'inde Milan'da, 20'sinde ise Parma’da baş gösterenler takip etmiş, 22'sinde ise Venedik'te bir Cumhuriyet kurulmuştu. Ancak olaylar bunlarla sınırlı kalmıyordu. 10 Nisan'da Londra'da Cartist bir gösteri düzenlenmiş, Mayıs’ın 7'sinde İspanya'da, 15'inde Nepal’de olmak üzere can sıkıcı olaylar ortaya çıkmıştı.  Bütün sene boyunca Rusya, kölelerin başlattığı en az 64 isyana ev sahipliği yapmıştı.

Rus devrimcisi ve anarşist M. A. Bakunin (1814,1876), 1869'da yayınladığı “Devlet ve Anarşi” adlı kitabında şunları söylemektedir:

“Yahudiler hakkındaki düşüncelerimi açık yüreklilikle dile getirerek kendimi büyük bir tehlikeye attığımın farkındayım. Pek çok kişi benimle aynı görüşte. Ancak pek azı bunu açıkça ifade etmeye cesaret edebiliyor. Çünkü Cizvitlerden, Katolik veya Protestanlardan daha çok tüyler ürpertici olan Yahudi cemaati bugün Avrupa'da gerçek bir güç durumunda. Ticaret ve bankalarda despotça hüküm sürerken, Alman basınının 3/4'ünü, diğer ülke basınlarının ise elle tutulur bir kısmını yönetmektedir. O yüzden Yahudilerin canını sıkma gafletine düşenlerin vay haline.”

Jakoben Kulübü'nün gizli İlluminati planını ayan beyan icra etmiş olması gibi, aynı korkunç gizemleri bünyesinde barındıran Enternasyonel de, Dünya Devrimi çalışmalarını güpegündüz sürdürmekten asla çekinmemiştir.

 

Cemalettin Afgani ve Selefilik

20. yüzyılda, Amerikalı general ve 33. dereceden Mason olan Albert Pike (1809, 1891)'nin “Üç Dünya Savaşı” projesini başlatmak için İslam dünyasına gizlice sızmak, onun liderliğini ele geçirmek ve onu Batı ile bir çatışmaya doğru yönlendirmek gerekiyordu. Bunun için önce Orta Doğu'da İskoç Riti Masonluğu yaygınlaştırıldı ve komploya karışması düşünülen üyeler yanlış İslam anlayışına sahip olan Müslümanlar arasından seçilmeye başlandı. Bu strateji daha 1820'li yıllarda “Oxford Hareketi” denilen bir grup tarafından belirlenmişti. Bu misyonerler grubu Oxford Üniversitesi, Anglikan Kilisesi, Londra Üniversitesi, Kings Koleji mensuplarından oluşmuştu ve hepsi İskoç Riti Masonuydu. Hareketin merkezi, Cagliostro tarafından Mısır'da kurulan Mısır Masonluğa idi.

Mısır'daki Oxford Hareketi, reformcu bir İslam hareketi görüntüsüne sahip Selefiliğe dönüştü. Selefilik,  gelecekte kullanılması düşünülen “İslamcı teröristler” için bir ideolojik kılıftı. İslamcı teröristlerin varlığı, petrolü olan Müslüman ülkelerinin Batılı emperyalistler tarafından işgal edilebilmesi için uygun bir bahane olacaktı. 

İngilizler Mısır’ı işgal ederek burayı sömürge haline getirdiler.  Cemalettin Afgani (1838, 1897) İngilizlerin Mısır'daki düzeni yıkmak için kullandıkları bir adamdı. Onun okült etkisi bütün Orta Doğu’ya yayılmıştı. Kırk yıl İngiliz istihbarat elemanı olarak çalışan Afgani’nin şefleri, İslam ve mezhepler uzmanı olan İngiliz  Wilfrid Scawen Blunt ve Edward G. Browne idi.

Turgut Gürsoy, “İlluminati” adlı kitabında Afgani hakkında şunları yazmaktadır:

Cemalettin Afgani'nin kökenleri hakkında elimizde çok az bilgi bulunmaktadır. Afgan olarak bilinmesine rağmen, bazı raporlar onun Yahudi olduğunu belirtir. Bazı araştırmacılar ise onun Afgan değil, İranlı bir Şii olduğunu belirtirler. Ortodoks İslam'da reform yapma iddiası ile yola çıkan Afgani’nin aslında bir “Bahai” olduğu da iddia edilmektedir. “Bahailik” Oxford hareketinin bir projesiydi ve İlluminati'nin “Tek Dünya Dini” planında önemli bir yer tutuyordu.

Bahailik dini Bahaullah (Mirza Hüseyin Ali) (1817, 1892) tarafından kurulmuştur. Bahaullah, İran'ın Hazar Denizi kıyısındaki Mazandaran kentinin yöneticisi bir aileden geliyordu. Bu aile de İsmailî hanedanından geliyordu. Bahaullah, “Gelecekteki yasaları David soyundan gelenlerin yapacağını” söylüyordu. Bahaullah'ın kurduğu uyduruk din, İslam'ın, Hristiyanlığın, Zerdüştlüğün ve Yahudiliğin bir senteziydi. Bahaullah, Bahailiğin “bütün dünya dinlerini birleştiren tek din” olduğunu iddia ediyordu.

Aşırılıkları dolayısıyla Bahailer kısa bir süre içinde İran'da sevilmeyen bir topluluk haline geldi. 1852'de bir Bahai lideri İran şahına suikast teşebbüsünden tutuklandı. Bu olay üzerine Bahailik yasaklandı ve üyeleri Bağdat'a ve İstanbul'a sürgüne gönderildi. Bu zaman süresince Bahai liderleri İskoç Riti Masonluğu ve onun Hindistan, Osmanlı Devleti ve Rusya'daki türevi olan gizli cemiyetlerle ilişkilerini sürdürdüler.

Bahailik Osmanlı Devleti'nde Edirne'yi merkez yaptı. Fethullah Gülen de, Bahai dinine mensuptu. 18 yaşında köyünden çıkarak doğrudan Edirne’ye dayısının yanına geldi. Bahai dininin eğitimini Edirne'de 3 yıl kalarak elde etti. Bu sapık dini Türkiye'de yaymak için senelerce İslam kisvesine büründü.

Aynı şekilde Afgani  de bir Mevlevi Tarikatı şeyhi gibi görünmeye çalıştı ve bu kisve ile Bahai inanışına taraftar toplamaya çalıştı. İnsanları Bahai inancına döndürme görevini bizzat Bahaullah'tan almıştı. Afgani'nin çok parası vardı ve demiryollarında birinci sınıf vagonlarda yolculuk yapıyordu. Bombay'daki Ağa Seyyid Mirza isimli Şirazlı bir tüccar ona büyük miktarlarda para temin ediyordu.

Afgani, 1870 yılında Sultan Abdülmecid ve Sultan Abdülaziz'in padişahlığı dönemlerinde beş defa sadrazam olan Ali Paşa tarafından İstanbul'a getirildi. Afgani sapkın dini görüşleri nedeniyle Osmanlı'daki din adamları tarafından sevilmemişti. Osmanlı Devleti'nin şeyhülislamı ve devrinin önde gelen araştırmacılardan biri olan Hasan Fehmi, Afgani'nin inançsız biri olduğunu belirten bir fetva yayınladı. Bunun üzerine Afgani sınır dışı edildi.

İstanbul'dan sınır dışı edilen Afgani Kahire’ye gitti. Orada kendisini tanıyan insanların yardımı ile El-Ezher Üniversitesine yerleştirildi. Afgani burada da Ortodoks bir Müslüman görüntüsü sergiliyordu. 1878 yılında Kahire'nin Yahudi Mahallesi'ne giderek burada açıkça siyasi bir organizasyona girişti ve ilk Arap Mason Locasını kurdu. Birkaç yıl içinde birçok genç yazar ve eylemci onun Masonik kardeşliğinin saflarına katıldı. Bunlar arasında İslam'da modernist Selefi hareketinin öncüsü Muhammed Abduh ve Sadi Paşa vardı. Mason Sadi Paşa Mısır'daki milliyetçi “Wafd” partisinin başkanıydı.

Afgani Mısır'dan gittikten sonra, 1883'te Abdul Paris'te Afgani'ye katıldı ve ikisi buradan Londra'ya hareket ettiler. Abduh, Oxford ve Cambridge üniversitelerinde konferanslar verdikten sonra İngiliz yetkililerle Sudan'daki Mehdi sorununu görüştü. Abduh, Paris ve Londra'da da Afgani'nin hem Fransızca hem de Arapça yayınlanan bir gazete çıkarmasına yardımcı oldu. Bu gazete aynı zamanda 1883'te kurulan gizli örgütün de adını taşıyordu. Afgani'nin Paris'teki masonik çevresi içinde Mısırlılar, Hintliler, Türkler, Suriyeliler, Kuzey Afrikalılar, Hristiyanlar, Yahudiler ve Orta Doğu'dan kovulan İranlı Bahailer bulunuyordu.

Abduh da Afgani gibi Bahai hareketiyle ilişkiliydi ve bu hareketin Mısır'da yayılması için çok çaba sarf etmişti. Bahailer 1860'lı yılların sonlarına doğru İskenderiye ve Kahire'de örgütlenmeye başlamışlardı. Abduh İngiliz istihbaratı için çalışıyordu. 1888'den ölüm yılı olan 1905'e kadar düzenli olarak Lord Cromer'in evini ve ofisini ziyaret etmiştir. Lord Cromer Abduh ile ilgili olarak, “Dostum Abduh'un gerçekte bir agnostik olduğuna inanıyorum” diyordu. Ona göre Abduh'un Selefi Reform Hareketi, Avrupalı reformcuların doğal müttefikiydi.

Selefi hareketi, bir Mason olan Muhammed Raşit Rıza vasıtasıyla Suudi Arabistan'daki Vehhabi hareketinin bir müttefiki haline gelmişti. Afgani’nin 1897 yılındaki ölümünden sonra, Abduh 1905'te Selefi lideri oldu. Rıza ise genç yaşında “Indissoluble Bond” örgütü üyesi oldu. Rıza, Afgani ile hiç karşılaşmamıştı. Fakat 1897'de Abduh ile birlikte öğrenim görmek üzere Mısır'a gitti. O, üstadının Bahailikle ilgili görüşlerine katılmasa da onun sayesinde Selefi hareketi Suudi Arabistan'da yaymayı başardı.

 

Osmanlı’da Vehhabilik

Arap Yarımadası'nda ortaya çıkan Vehhabilik akımının elemanları İlluminati ajanlarıdır. Vehhabilikle Araplar Osmanlılar karşı kışkırtılmıştı. Bu hareket İngilizlerin “böl ve yönet” politikalarına uygun olarak yapılmıştı. Hareket İslam dinini çarptırmak ve Müslümanların gerçek İslam inanışlarından döndürmek amacını taşıyordu.

Vehhabiliğin ortaya çıkması ve yayılması için İngilizlerin kullandığı yöntem İlluminati ideolojisine tamamen uygundu. Bunu İngiliz casusu Hempher’in “Bir Casusun Hatıraları” adlı kitabında yazdıklarından anlıyoruz. Bu kitapta, Ortadoğu'da huzursuzluk, sefalet, cehalet ve hatta salgın hastalıkların yayılması için uzun vadeli planlar yapılmış olduğu anlatılmaktadır. Bunlarla Osmanlı Devleti'nin yıkılması amaçlanmaktadır. Bu iş için Basra'da Abdülvehhab  adındaki kişi, stratejilerine en uygun adam olarak belirlendi. Onu sözde Müslüman olmuş bir İngiliz ajanı olan kadınla evlendirdiler. İngiliz hükümeti bu harekette kullanılmak üzere bin sayfalık bir kitapla Abdülvehhab’ın beynini yıkamak ve kullanmak istediler. Bu kitaba göre, imparatorluklar daha baskıcı yönetimlere zorlanmalı, sekülerizm öne çıkarılmalı, din ve devlet işleri birbirinden ayrılmalıydı. Kitaptaki tavsiyeler şöyle devam ediyordu: sabotajlar yoluyla ekonomik çöküş sağlanmalıydı, devlet adamları sekse, spora, alkole, kumara, vefasızlığa alıştırılmalıydı. Genç nesilleri yönetime düşman etmek için yöneticilerin yolsuzlukları, hırsızlıkları ve ahlaksızlıkları açıklanmalıydı. İslam'ın kadınlara karşı yanlış yorumlanmış olan tavrı öne çıkarılarak, kadın düşmanlığı yaygınlaştırılmalıydı. En önemlisi, Müslümanlar arasında dinci fanatizm yaygınlaştırılmalı ve daha sonra İslam'ın bir terör dini olduğu tezi savunulmalıydı. Tıp, Mühendislik gibi mesleklere ve toplumun bütün sınıflarının içine sızılarak misyonerlik projeleri geliştirilmeliydi. İslam ülkelerinde okullar, hastaneler, kütüphaneler  paravan olarak kullanılarak misyonerlik propagandası yapılmalıydı. Milyonlarca Hristiyanlık propagandası yapan kitap bedava dağıtılmalıydı. Casuslar, kilise ve manastırlarda rahip veya rahibe kılığında faaliyetlerine devam etmeliydiler.

Bu propagandaların etkisiyle Abdülvehhab, Müslüman Arapları Osmanlı'ya karşı kışkırttı. Onların kutsal saydıkları her şeyi yok etmeye ve kötülemeye çalıştı. Turgut Gürsay'nın “Illuminati” adlı kitabında Suudilerin, Türkiye'deki Sabataycılar gibi gizli yahudi kökenli ve önemli bir İlluminati ailesi olduğunu yazmaktadır. Aile hakkında ciddi araştırmalar yapan ve bu yüzden öldürülen Muhammed Saker’e göre Abdülvehhab’ın yaptıklarını savunan İbni Suud Yahudi asılıydı.

Arabistan'daki Suud ailesi haydutluk ve yağmacılık ile geçimini temin ediyordu. Bu haydutlar İngilizlerin müttefikleriydi ve onların yardımıyla İngilizlerin Arap yarımadasının en zengin kısımlarını kontrol altında almışlardı.

Vehhabiler, Arap yarımadasındaki mezarları, camileri ve medreseleri tahrip ettiler. Şehirlerini yağmalayıp katliam yaptılar. İslam tarihçisi el-Zahavi Taif'te  Vehhabilerin yaptıklarını şöyle anlatmaktadır:

“Gördükleri herkesi, kadın, yaşlı, çocuk, bebek demeden acımasızsa öldürdüler. Annesinin memesini emen bir bebeği Kur'an okuyan bir grubun üzerine attılar ve grubu istisnasız son adama kadar kılıçtan geçirdiler. Evlerdeki, caddelerdeki, dükkanlardaki ve camilerdeki herkesi göz kırpmadan öldürdüler. Hatta camide ezan okuyan müezzini bile katlettiler. Taif'teki Müslüman kırımından sadece 20 kişi kurtulabilmişti. Vehhabiler Taif’in caddelerinde ve sokaklarında binlerce Kur'an'ı, Buhari'nin eserlerini, İslami hadislerini yaktılar. Hiç kimse havada uçuşan Kur'an sayfalarını toplamaya cesaret edemedi. Vehhabilerin yakıp yıktıkları ve yağmadıkları evlerle dolu şehir terk edilmiş bir çöl harabesine dönmüştü.”

Daha sonra Vehhabiler kutsal Mekke şehrine girdiler. Mekke Şerifi Galip onları defetmek istediyse de başarılı olamadı. Daha sonra Medine'ye yöneldiler. Suud İbni Abdülaziz halka şöyle diyordu: “Ya bizim dinimize inanacaksınız ya da Taif halkı gibi sizi de yok ederim.” Vehhabiler, Medine'de Müslümanların hazinelerini  yağmaladılar. Bunlar arasında binlerce yıllık değerli kitaplar, paha biçilmez sanat eserleri bulunuyordu.

Bu şiddet eylemleri 1811 yılına kadar sürdü. Mısır Hidivi Mehmet Ali Paşa Osmanlı Devleti tarafından isyanı bastırılmakla görevlendirildi. Ali Paşa'nın ordusu 1812 yılında isyanı bastırdı. İsyanın ele başları ve Suud ailesini ileri gelenlerini İstanbul'a getirilerek idam edildiler. Ancak Suudilerin bazıları Cidde’deki İngiliz efendilerinin korunmasına sığındılar. Necd şehrinde yeniden bir araya gelerek başkent Riyad’ı kurdular. Burada İngilizlerin yardımı ile Osmanlı Devleti'ni parçalamak ve Arap yarımadasına sahip olmak sevdasından hiç vazgeçmediler.

2. Bölümü okumak için tıklayınız

Yorum ve Eleştirileriniz için: oryanmh@gmail.com

Ana Sayfa    Makaleler

İlluminati (1.Bölüm)

Yayınlanma Tarihi :  22.05.2023