İlim ve Tasavvuf

Yeni Yayınlanmış 

Makaleler, Yorumlar ve Sohbetler

İlim ve Tasavvuf

Üç Güzellik:

İman, İlim, Tasavvuf

 

HZ. İSA (AS)’IN  TEKRAR  DÜNYAYA GELMESİ

Hz. İsa (as)’ın tekrar dünyaya gelip hükmetmesini hem Müslümanlar hem de Hıristiyanlar beklemektedirler. Bekleme şekilleri, bekledikleri yer ve onun gelme biçimine olan itikatları çok farklı da olsa, bugün yeryüzündeki Müslümanlar da Hz. İsa’yı en az Hıristiyanlar kadar merak ve hasret ile beklemektedirler. Zira, peygamberler zincirinin son halkası Hz. Muhammed (sav) de, İsa (as)’ın tekrar dünyaya teşrif edeceğini hadisleriyle haber vermiştir. Ayrıca Kur’an’ı Kerim’de İsa (as)’ın tekrar yeryüzüne gönderileceğine işaret eden ayetler vardır. Dolayısıyla Müslümanlar da Hıristiyanlar gibi Hz. İsa’nın tekrar dünya üzerine döneceğine inanmaktadırlar.

Bununla beraber Müslümanlar ve Hristiyanlar Hz. İsa'nın dünyaya tekrar geldiğinde gerçekleştireceği işler konusunda tamamen farklı inanışlara sahiptir. Hristiyanlar Hz. İsa'nın Mesih olarak kıyamete yakın dünyaya geleceğine inanırlar. Onlara göre Hz. İsa gelince Hristiyanlık dünyanın tek geçerli dini olacaktır. Herkes Hristiyan olacaktır. Kıyamete kadar da bu durum devam edecektir. Müslümanlar ise, Hz. İsa'nın dünyaya tekrar gelince Hz. Muhammed'in dinine tabi olacağını ve putperest Hristiyanlığı yok edeceğine inanırlar.

Müslüman âlimlerin büyük çoğunluğuna göre, şu an ruhu ve bedeniyle bambaşka bir âlemde bulunan Hz. İsa’nın ahirzamanda tekrar dünyaya döndürüleceğini ve bu hadisenin de yaklaşmış olan Kıyamet günü için bir işaret olacağını ima etmektedir. Ayrıca Hz. Peygamber, Hz. İsa’nın yeniden dünyaya gelişini bir Kıyamet alâmeti olarak hadislerinde belirtmiştir.

"Andolsun, Kitap Ehlinden, ölmeden önce ona inanmayacak kimse yoktur. Kıyamet gününde o, onlar aleyhine şahit olacaktır." (Nisa, 4/159)

"Şüphesiz o, kıyamet saati için bir ilimdir. Öyleyse ondan yana hiçbir kuşkuya kapılmayın ve bana uyun. Dosdoğru yol budur." (Zuhruf, 43/61)

Hz. İsa (as)'nın gelişi konusunda nakledilen hadisler tevatür derecesindedir. Birçok araştırmacı da alimlerimizin görüşlerinin bu yönde olduğunu aktarmaktadır. Hz. İsa (as)'nın yeryüzüne tekrar gelişi konusu kıyametin on büyük alametinden biridir ve birçok İslam alimi eserlerinde bu konuyu detaylı olarak ele almışlardır. Bu konudaki izahlar topluca değerlendirildiğinde Hz. İsa (as)'nın ikinci gelişi hakkında İslam alimleri arasında bir söz birliği olduğu açıkça görülür.

"Sizler on alameti görmedikçe hiçbir zaman kıyamet kopmaz... Biri de İsa (as)'ın inmesi..." (Müslim, Kitabü-l Fiten: 39)

"Kıyamet on alamet görülmedikçe kopmaz: Duman, Deccal, Dabbetu'l arz, Güneş'in batıdan doğması, İsa'nın yeryüzüne inmesi..." (Rudani, Büyük Hadis Külliyatı, 5. cilt, s. 362)

İslam Alimleri Hz. İsa (as)'nın gelişini, Akide (İnanılan ve İtikad Edilen Esas) konusu olarak değerlendirmektedirler. Ehl-i sünnetin inanç konularını açıklayan hemen tüm eserlerde, Hz. İsa (as)'ın kıyametten önce yeryüzüne geleceği, Deccal ile mücadele edip onu öldüreceği, gerçek din ahlakını dünyaya hakim kılacağı yer almaktadır. İslam alimleri, Kur'an-ı Kerim'de yer alan delilleri ve hadislerde bildirilen haberleri bir arada değerlendirerek, Hz. İsa (as)'ın dönüşüne inanmayı önemli bir inanç esası olarak kabul etmişlerdir.

Hz. Ebu Hureyre (ra)’ın rivayet ettiği bir hadis şöyledir: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: Nefsim kudret elinde olan Zat-ı Zülcelal'e yemin ederim! Meryem oğlu İsa'nın, aranıza (bu şeriatle hükmedecek) adaletli bir hakim olarak ineceği, istavrozları kırıp, hınzırları öldüreceği, cizyeyi (Ehl-i Kitap'tan) kaldıracağı vakit yakındır. O zaman, mal öylesine artar ki, kimse onu kabul etmez; tek bir secde, dünya ve içindekilerin tamamından daha hayırlı olur."

Hz. İsa bir veli olarak tekrar geleceğinden kendisinin bir peygamber olarak görev yapmamasından dolayı, makam izharı olmayacaktır. Onun gelmesi Hristiyanlık ve İslamiyet'in beraber hareket etmesi ve birleşmesi açısından önemlidir. Ayrıca Yahudiler de onun geleceğini biliyor ve nefret ediyorlar. Belki de onun bilinmemesi hizmeti açısından daha ehemmiyetlidir. Şayet bilinse rahat hizmet edemeyebilir.

Risale-i Nur’dan öğreniyoruz ki, “ahirzamanda Hz. İsa’nın (semadan) nüzulü kat’idir.” Yalnız, bunu anlamak için tek boyutlu düşünce yerine müteaddit mana tabakalarını (bedahet, sarahat, işaret, ima, remiz ilâahir) nazara alan geniş bir tefekküre ihtiyaç vardır. On Beşinci Mektup’taki izah işte bu geniş tefekkürün önünü açacak niteliktedir. Buna göre “nüzul” meselesinin en mühim hikmeti ve anlamı şudur: “Ahirzamanda dinsizliğin iki cereyanı kuvvet bulacak: (…) İkinci cereyan ise: Tabiiyyun, maddiyyun felsefesinden tevellüt eden bir cereyan-ı nemrudâne, gittikçe âhirzamanda felsefe-i maddiye vasıtasıyla intişar ederek kuvvet bulup, Ulûhiyeti inkâr edecek bir dereceye gelir. (…) İşte böyle bir sırada, o cereyan pek kuvvetli göründüğü bir zamanda, Hazret-i İsâ Aleyhisselâmın şahsiyet-i mâneviyesinden ibaret olan hakikî İsevîlik dini zuhur edecek, yani rahmet-i İlâhiyenin semâsından nüzul edecek, halihazır Hıristiyanlık dini o hakikate karşı tasaffi edecek, hurafattan ve tahrifattan sıyrılacak, hakaik-i İslâmiye ile birleşecek, mânen Hıristiyanlık bir nevi İslâmiyete inkılâp edecektir. Ve Kur’ân’a iktida ederek, o İsevîlik şahs-ı mânevîsi tâbi ve İslâmiyet metbû makamında kalacak, din-i hak bu iltihak neticesinde azîm bir kuvvet bulacaktır.”

Biz Müslümanlar, Hz. İsa (as)’ın Allah’ın bir Peygamberi olduğuna inanır ve onu severiz. Onun tekrar dünyaya gelişi ile ilgili yaptığımız yorumlar, İslam inancının bize verdiği bilgiler çerçevesinde olmaktadır. Ancak her şeyin doğrusunu Allah Teâlâ bilir.

(Yayınlanma Tarihi : 23.07.2024  -  Yorumun tamamını okumak için tıklayınız)

 

 

 

HZ. İSA (as) TANRI’NIN OĞLU VE İLAH MIDIR?

Hristiyanlıkta Hz. İsa, tarihî olduğu kadar teolojik yönden de önem taşımaktadır, Zira bu dinin temel nasları Hz. İsa ile ilgilidir. Hristiyan inancına göre Hz. İsa Allah’ın bedenleşmiş Kelamıdır, dolayısıyla Tanrı’dır. Tanrı’nın yaratılmamış olan ezeli mesajı bedenleşmiş halinde İsa olarak insanlar arasında yaşamaktadır (Enkarnasyon). Bu sebeple Hristiyanlar İsa’ya “Tanrı oğlu, rab, mesîh” unvanlarını vermektedir.

İncillerde Tanrı’nın ondan “oğlum”, onun da Tanrı’dan “babam” diye bahsettiği çeşitli pasajlar İsa’nın uluhiyetine delil olarak gösterilmektedir. Buna karşılık onun ilah olmadığını savunanlar yine İncillerdeki aşağıdaki ayetlere dayanırlar:

“İsa yola çıkarken biri koşarak yanına geldi. Önünde diz çöküp ona “İyi öğretmenim. Sonsuz yaşama kavuşmak için ne yapmalıyım?” diye sordu. İsa, “bana neden iyi diyorsun” dedi, “iyi olan yalnız biri var O da Tanrıdır.” (Markos, 10/17,18)

İznik Konsili’nin toplanmasına sebep olan Arius da, konsilde İnciller’den getirdiği karşı delillerle onun ilah olmadığını göstermeye çalışmıştır. Ancak Arius aforoz edilerek Konsilden uzaklaştırılmıştır. Sonra da öldürülmüştür.

İsa’nın tabiatı, yani insan mı yoksa ilah mı veya hem insan hem ilah mı olduğu hususu asırlar boyu tartışılmış, 325 İznik, 431 Efes ve 451 Kadıköy konsillerinde alınan kararlarla insanî ve ilâhî olmak üzere iki tabiatı fakat bir tek şahsiyeti olduğu, Tanrı’nın oğlu olması hasebiyle teslîsin bir uknûmunu teşkil ettiği resmen tasdik ve ilân edilmiştir. (Catechism of the Catholic Church)

Kilise kendi dini otoritesinin yıkılmaması için asırlarca batıl inançlarında ısrar etmişlerdir. Burada amaçları dini otorite ile elde ettikleri maddi çıkarları kaybetmemektir. Çünkü Hıristiyanlık dini Kilise adamlarına devletler yanında büyük bir otorite sağlamakta hem de büyük bir ekonomik gücü ellerinde tutabilmektedirler. 

Bu durum asrımızda Hıristiyanlığı zayıflatmaktadır. Halkın Kiliseye olan inancı sarsılmaktadır. İletişimin yüksek bir seviyede olduğu zamanımızda insanlar İslam dini ile ilgilenmekte ve burada herhangi bir çelişkiyle karşılaşmadıkları için İslam dinine geçmektedirler. Bunun sonunda 30-40 yıl sonra dünyada Müslümanların sayısı Hıristiyanların sayısını geçecektir. Bunun sonunda dünyada İslam dininin hakimiyeti başlayacaktır.

İslam Dini Hz. İsa (as)’ın Tanrı’nın oğlu ve İlâh olduğu inancını tamamen ret eder. Kur'an’a göre Hz. İsa (as) bütün üstün özelliklerine rağmen bir insan ve bir kuldur. Bu husus aşağıdaki ayetlerde açık olarak ifade edilmektedir.

“Hiçbir zaman Mesih de, Allah'ın bir kulu olmaktan çekinmez. Allah'a yakın melekler de kim, O’na kulluk etmekten çekinir ve büyüklük taslarsa bilsin ki O onların hepsini huzuruna toplayacaktır.” (Nisa, 4/172)
“Muhakkak ki Allah ancak Meryem oğlu İsa Mesih'dir diyenler kafir olmuşlardır. Onlara de ki, Allah Meryem oğlu İsa Mesih'i, anasını ve bütün yeryüzündekileri helak etmek istese O’na kim engel olabilir? Göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin mülkiyeti sadece Allah'a aittir. O dilediğini yaratır. Allah her şeye kadirdir.” (Maide, 5/17)
“Allah'ın bir mucizesi olarak İsa şöyle dedi: Şüphesiz ben Allah'ın kuluyum. O bana kitap verdi ve beni bir peygamber yaptı.” (Meryem, 19/30)

Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed (sav)’in onun kulu ve resulü, İsa’nın da Allah’ın kulu ve elçisi olup Allah’ın Meryem’e ilkah ettiği kelimesi ve Allah’tan bir ruh olduğuna inanan kimsenin cennete gireceği, Meryem oğlu İsa’ya en yakın kimsenin Hz. Muhammed (sav) olduğu yine hadislerde açıklanmaktadır. Ayrıca Peygamberimiz (sav), Hristiyanların Meryem oğlu İsa’yı methettikleri gibi kendisinin methedilmesini yasaklamıştır. 

“Yahudiler, “Uzeyr, Allah’ın oğludur.” dediler. Hıristiyanlar da: “Mesih Allah’ın oğludur.” dediler. Bu, onların ağızlarında geveledikleri sözlerden ibarettir. Onlar, bu sözlerini daha önce geçmiş kâfirlerin sözlerine benzetirler. Allah onları kahretsin! Nasıl da haktan bâtıla döndürülüyorlar.” (Tevbe, 9/30)

Hristiyanlar Hz. İsa (as)'ın Allah'ın oğlu olduğunu, müşrikler de melekler için Allah'ın kızları olduğunu iddia etmekteydiler. Kur'an-ı Kerim'de Yüce Rabbimiz her iki gurubu da kınamaktadır. Nitekim ayeti kerimenin sonundaki ifadeler açıkça bunu göstermektedir.

Kur'an-ı Kerim'de Hz. İsa (as)'ın Allah'ın oğlu olmadığına dair bir çok deliller vardır. Şöyleki: “O doğurmamış ve doğmamıştır. Hiçbir şey O’na denk değildir.” (İhlas, 112/3,4);  “Allah’ın çocuk edinmesi olur şey değildir.” (Meryem, 19/35)

Allah için çocuk edinmek olur şey değildir. Allah, Hristiyanların iftirasından münezzehtir. Bir şeyin olmasına hükmederse ona sadece “ol” der o da “olur”. İsa için de “ol” dedi. Hemen babasız oluverdi. Allah varlıkların olmasını isterse buna engel olunmaz. İstediği tarzda ve gecikmeksizin hemen oluverir. 

“Ey kitap ehli! Dininizde aşırıya gitmeyin ve Allah hakkında gerçekten başkasını söylemeyin. Meryem'in oğlu İsa Mesih, sadece Allah'ın resulü, Meryem’e ulaştırdığı kelimesi ve O’ndan gelen bir ruhtur. Allah'a ve peygamberlerine iman edin. “Tanrı Üçtür” demeyin. Sizin için hayırlı olmak üzere bundan vazgeçin. Allah ancak bir tek ilahtır. O Allah çocuğu olmaktan münezzehtir. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur. Vekil olarak Allah yeter.” (Nisa, 4/171)

“Ey kitap ehli, dininizde haddi aşmayın” hitabı özellikle Hristiyanlaradır. Haddi aşmak, İsa peygamberin şanını çok fazla yüceltmek adına onun ilah olduğunu iddia etmektir. Kuşkusuz din ve mezhepte ileri giderek, hatta sınırı aşmak, birtakım abartmalarda bulunmak hoş karşılanmayan bir durumdur.

(Yayınlanma Tarihi : 20.07.2024  -  Yorumun tamamını okumak için tıklayınız)

 

BARNABAS  İNCİLİ

İncillerin yazılmasında, Kur'an-ı Kerim'in değişmemiş olmasında gösterilen büyük hassasiyet gösterilmemiştir. Hakiki bilgilere birçok yanlış düşünceler, efsaneler ve hurafeler eklenmiştir. Bununla beraber hakiki İncil’e çok yakın olan İncillerin de mevcudiyeti bugün biliniyor. Bunlardan en önemlisi Barnabas İncilidir.

Barnabas Kıbrıs'ta doğmuş bir Yahudi olup asıl ismi Josef idi. Kendisi İsa (as)’a inananların başında gelmekte ve havarilerin arasında mühim bir mevkide bulunmaktadır. Kendisine verilen Barnabas lakabı nasihat verici, iyiliğe teşvik edici manasına gelmektedir. Hristiyanlık alemi Barnabas’ı  Pavlos  ile birlikte, Hıristiyanlığı yaymaya giden büyük bir Aziz olarak tanımakta ve her senenin 11. Haziranında onun yortusunu yapmaktadırlar.

Barnabas, İsa (as)'dan duyduğu ve öğrendiği hususları hiçbir değiştirme yapmadan kayıt etmiştir. Bu İncil Hristiyanlığın ilk 300 senesinde diğer İncillerle beraber elden ele dolaşmış ve okunmuştur. 325 senesinde İznik Ruhani Meclisi İbranice yazılmış olan bütün İncillerin ortadan kaldırılmasına karar verince, Barnabas İncili de yok edilmiştir. Çünkü 4 İncilin dışında İncil okuyan ve bulunduranların öldürüleceğine dair emir çıkarılmıştı. Diğer  4 İncil  Latinceye tercüme edilmiş, fakat Barnabas İncili birdenbire ortadan kaybolmuştur. Ancak 383 senesinde Papa Damasus, tesadüfen eline geçen Barnabas İncilinden arta kalan bir nüshayı Papalık kütüphanesinde saklamıştır. 1585 senesine kadar burada kalan Barnabas İncilini Papa Sextusun dostu olan Fra Morino (Fra, İtalyanca erkek kardeş ve rahip manasına gelir) kütüphanede bulmuş ve onunla çok ilgilenmiştir. Fra Morino Barnabas İncilini İtalyancaya çevirmiş, daha sonra bu İncil Prens Öjen’e hediye edilmiş. Prens Öjen  öldükten sonra Barnabas İncili onun özel kütüphanesi ile birlikte 1738'de Viyana'daki Kraliyet kütüphanesine nakledilmiştir.

İlk defa olarak bu kütüphanede Barnabas İncilinin  İtalyanca tercümesini bulan iki İngiliz bay ve bayan Rago bunu İngilizceye çevirmişler ve bu İngilizce tercüme 1907 tarihinde Oxford’da basılmıştır Ancak bu tercüme de esrarlı bir şekilde ortadan kaybolmuştur. Bu tercümeden yalnız bir tanesi British Museum ve bir tanesi de Washington’da Amerikan Kongresi Kütüphanesinde bulunmaktadır. Pakistan Kur'an-ı Kerim Cemiyeti büyük bir himmetle İngilizce nüshasını 1973 yılında tekrar basmaya muvaffak olmuştur. Bu İngilizce nüsha Türkçeye çevrilmiş ve ülkemizde de basılmıştır.

Barnabas İncilinin genel teması şudur : Önceki kutsal yazılar tahrif edildiği için hakikati tekrar vazetmek üzere Tanrı İsa’yı görevlendirmiştir. İsa'nın vazedeceği hakikat ise Mesih’in İsmail’in neslinden geleceğidir. Hz.İsa ne Tanrı ne de Mesih’tir. O Mesih olarak gelecek olan Hz. Muhammed'in müjdecisidir. Barnabas İncili bir giriş ile doğumundan semaya urucuna kadar Hz.İsa'nın hayatının anlatıldığı asıl bölümden (222 bab) oluşmaktadır.

Barnabas İncili özellikle teslisi ve Hz.İsa'nın uluhiyetini reddedip onun sadece gerçek Mesihi müjdeleyen bir peygamber olduğunu belirtmesi açısından kanonik İncillerden ayrılmakta ve bu sebeple de Hıristiyanlar tarafından uydurma (apokrif) kabul edilmektedir. Hıristiyan araştırmacılar bu İncil'in XVII. yüzyılda kaleme alındığını , hatta Müslüman olmuş bir Hıristiyan tarafından yazılıp Barnabas’a nispet edildiğini ileri sürmekte, bunu ispat edebilmek için de çeşitli tenkitler yapmaktadırlar. Barnabas İnciline yöneltilen bu tenkitlerin bir kısmı makul olduğu halde çoğu peşin hükümle yola çıkıldığını göstermektedir.

V. yüzyıla ait ve Papa Gelase tarafından neşredilen genelge Barnabas İncilinin apokrif olduğunu belirtmekte ve okunması yasak kitaplar arasında zikretmektedir. VII. yüzyıldan önce kaleme alınan Grekçe Catalogue des soixante livres canoniques adlı belgede apokrif yirmi beş kitap arasında Barnabas İncili de zikredilmektedir. Şu halde V. yüzyılda Barnabas’a nispet edilen bir İncil mevcuttu. Bu İncil'in bugün elde bulunan İtalyanca nüsha ile ilgisinin olmadığı şeklindeki tenkit ise indidir. V. yüzyıldan XVII. yüzyıla kadar bu İncil'den hiç bahsedilmemesine, dolayısıyla söz konusu İncil'in XVII. yüzyılda ortaya atılmış uydurma bir İncil olduğu iddiasına gelince bunun izahı kolaydır. Tecsid (bedenleşme) ve teslisi reddeden Musevi-Hıristiyan geleneğinin yazıları nasıl yasaklanmışsa aynı çizgideki Barnabas İncili de kilise tarafından mahkum edilip yasaklanmış, bu sebeple kilisenin mutlak baskı ve otoritesi sebebiyle ortaya çıkarılamamıştır.

Barnabas İncilinin ana temasını teşkil eden ve Hz. İsa'nın Tanrı'nın oğlu değil bir peygamber olduğu fikrini benimseyip teslisi reddeden inanç, İslam’dan çok önce ilk Hıristiyanlar arasında, Hz. İsa’nın kardeşi Yakub'un liderliğini yaptığı Musevi-Hıristiyan cemaatinde de mevcuttu. Buna göre Barnabas İncili, Pavlus tarafından sahte diye nitelendirilen. fakat taraftarlarınca tam aksi iddia edilen gerçek İncil'i, Hz. İsa'nın vazettiği hakiki mesajını ihtiva etmektedir.

Barnabas İncili, teslis inancını devam ettiren ve Hz. İsa'nın Allah'ın oğlu olduğu inancını temel bir itikat kuralı olarak kabul eden Hristiyanlık Dünyası için bir korkulu rüya haline gelmiştir Bu nedenle Hristiyanlığın dini otoriteleri Barnabas İncilinin yayınlanmasını ve tartışılmasını engellemek için ellerinden geleni asırlarca uygulamışlardır. Fakat bunda başarılı olamamışlardır. Çünkü bugün Barnabas İncilinin tercümeleri her yerde yayınlanmaktadır. Herkes bu tercümeleri kolaylıkla sahip olabilmekte ve okuyabilmektedir.

Biz Müslümanlar için önemli olan, bu tarihi gerçekleri bilmemiz ve Kur'an'ın bildirdiği hususların tam gerçeği yansıttığına inanmamızdır. Bu gerçek bugün Hristiyanlık aleminin her tarafında insanların dikkatini çekmekte ve bu nedenle her gün yüzlerce Hristiyan Müslüman olmaktadır. Hristiyan din adamları ve onlarla işbirliği halinde olan devlet adamları, ne kadar gayret etseler de bu gidişi durduramayacaklardır. Bize bildirilen keşif bilgilerine göre 2060 yılında dünyada tekrar İslam dini tamamen hakim olacaktır. Bunu engellemeye kimsenin gücü yetmeyecektir.

(Yayınlanma Tarihi : 12.07.2024  -  Yorumun tamamını okumak için tıklayınız)

 

 

 

 

 

 

 

AZİZ  MAHMUD  HÜDAÎ (ks) HAZRETLERİNİN  MENKİBELERİ  VE  ŞİİRLERİ

Aziz Mahmud Hüdai (ks) Hazretleri, Osmanlı Devleti’nde 16. ve 17. yüzyılda yaşamış en meşhur ve en önemli mutasavvıflardan biridir.  Hüdai Hazretleri halktan sultanlara kadar uzanan geniş bir tesir halkası meydana getirmiştir. Devrin padişahlarıyla yakın ilgi kurmayı başarmış, lll. Murad, I. Ahmed ve ll. Osman gibi padişahlara mektuplar yazmış, öğütler vermiş, IV. Murad'a saltanat kılıcını kuşatmış, Ferhad Paşa ile Tebriz Seferi'ne katılmıştır. Zaman zaman padişahların davetlisi olarak saraya gitmiş ve onlarla sohbetlerde bulunmuştur.

Evliya Çelebi, "yedi padişahın Hüdayi'nin elini öptüğünü, 170.000 müride icazet (el) verdiğini" belirtir. Aziz Mahmud Hüdayi'nin dergahı her zümreden insanlarla dolup taşmıştır. Devlet ricalinden Sadrazam Kayserili Halil Paşa, Dilaver Paşa, ilmiyeden Hoca Sadeddin Efendi, Sun'ullah Efendi, Şeyhülislam Hocazade Esad Efendi, Okçuzade Mehmed Şâhî Efendi, Sarı Abdullah Efendi, Nev'izâde Atâî, meşhur süfi Oğlanlar Şeyhi İbrahim Efendi ve benzerleri onun dergahının müntesip veya müdavimleri arasındaydı. Vefat ettiğinde altmışa yakın halifesi bulunduğu rivayet edilen Aziz Mahmud Hüdayî, halifeleri ve yazdığı otuz kadar eseriyle Anadolu ve Balkanlar'daki dini-tasavvufî hayat üzerinde derin tesirler icra etmiş ve bu şekilde şöhreti günümüze kadar ulaşmıştır. Tekkesi, İstanbul 'un en önemli tasavvuf ve kültür merkezi olarak hizmet görmüş, bu dergahtan pek çok ilim ve fikir adamı , şeyh ve müsikişinas yetişmiştir.

Bu yazımızda Hüdai Hazretlerinin bazı menkibelerini ve şiirlerini ele alacağız. Bu yazımızda Osman Nuri Topbaş’ın “Âbide Şahsiyetleri Müesseseleriyle Osmanlı” adlı kitabı ve Hasan Kâmil Yılmaz’ın  “Aziz Mahmud Hüdâyi, Hayatı ve Menkıbeleri” adlı kitabı kaynak olarak kullanılmıştır.

Hüdâyî Hazretleri’nin pek meşhur olan kerâmetlerinden biri de, Sultanahmet camiindeki vaazını yapabilmek için, gâyet fırtınalı bir havada hiçbir kayıkçının denize açılamadığı bir zamanda kendi kayığına binerek birkaç müridiyle Üsküdar’dan sâlim bir şekilde karşıya geçmesidir. Allah Teâlâ’nın izniyle kayığın takip ettiği yol, âdeta süt-liman olmuş ve dört bir yanda şaha kalkmış dalgalar bu Allah dostunun kayığına hiçbir zarar vermemişti.

Hâlen Üsküdar ile Sarayburnu arasındaki bu yola “Hüdâyî Yolu” denir. Bilen kayıkçılar, şiddetli fırtınalarda bu yolu takip ederler. Bu durum, Hüdâyî Hazretleri’nin günümüze kadar uzanan bâriz bir kerâmetidir.

Osmanlı Devleti’nin son günlerine kadar Boğaz’da deniz seferi yapan kaptanlar; yolcularını, Üsküdar’dan geçerken Azîz Mahmûd Hüdâyî  dergâhına, Beşiktaş önünden geçerken Yahyâ Efendi dergâhına, Beykoz’dan geçerken de Hazret-i Yûşâ  tarafına doğru yönelerek “Fâtiha”ya dâvet ederlerdi.

İstanbul’da çok şiddetli bir tâun (veba) hastalığı zuhûr etmişti. Her gün binlerce kişi bu hastalıktan ölüp gitmekteydi. Elinden bir şey gelmeyen halk, çaresiz bir hâlde Azîz Mahmûd Hüdâyî Hazretleri’ne koştu. Gözyaşlarıyla duâ taleb etti. O da şöyle buyurdu: “Bu türlü işlere karışmak bizim meşrebimize uygun değildir. Ancak mâdem ki hastalığın şiddeti dolayısıyla ısrâr ediyorsunuz, öyleyse Karacaahmed kabristanına gidiniz. Orada bir servi ağacının altında bir hasıra sarılıp yatan ve “Hasır-pûş Dede” denilen bir zât vardır. Ona başvurun! Eğer kabul etmeyecek olursa, selâmımızı söyleyin!..”

Bunun üzerine halk, doğruca denilen şahsa gitti. Fakat meczup meşrepli bu zât, halkın merâmını dinleyince büyük bir öfke ile bağırıp çağırarak herkesi kovdu ve hasırına bürünerek yattı. Çekine çekine tekrar yanına geldiler ve bu defa Hazret-i Pîr’in selâmını ilettiler. Selâmı alır almaz ayağa fırlayan meczup Hasır-pûş Dede, hemen kendisinden istenilen duâya başladı. Duâdan sonra da şöyle dedi: “Bugün bir kimsenin daha cenâzesi kaldırıldıktan sonra bu hastalık da kalksın!”

Ardından Hüdâyî Hazretleri’nin başka bir emri olup olmadığını sordu ve tekrar hasırına büründü. Gerçekten o gün tâundan bir kişi daha vefat ettikten sonra hastalık tamamıyla ortadan kalktı.

Sultan Ahmed’in kendisine büyük bir muhabbetle bağlı bulunduğu Hüdâyî, saraya davetli olduğu bir günde abdest tazelemek mürâd etmişti. Hüdâyî abdestini tazelerken suyunu bizzat Sultan dökmüş, havlusunu da pâdişahın annesi (vâlide sultan) tutmuştu. Vâlide Sultan havluyu verirken gönlünden “Hz. Şeyh’in bir kerâmetini görseydim” diye geçirmişti. Hz. Hüdâyî de keşfen duruma muttali olunca:

“Hayret, ba’zı kimseler bizden keramet isterler. Cihan pâdişahı elimize su döküyor, vâlideleri havlu tutuyor, bundan daha büyük keramet mi olur?” buyurmuştu.

İrşad ve mânevî terbiyesini şiirleriyle de devam ettiren Azîz Mahmûd Hüdâyî Hazretleri, bu sahada da gönülleri nurlandıran pek tesirli eserler vermiştir. Bugün dahî büyük bir gönül hazzı içinde söylenmekte olan pek çok bestelenmiş şiiri vardır. Hüdayî Hazretlerinin Divanı, Divan-ı İlahiyyat olarak da bilinmektedir. Bu eserde Hüdayî Hazretlerinin 255 kadar ilahisinden başka rubai ve kıtalar da vardır.

Hüdâyî Hazretleri, bir gün mürîdleriyle birlikte kayıkla Boğaz’ı geçerken şiddetli bir fırtına çıkmış, şu şiirle Cenâb-ı Hakk’a ilticâ etmiştir:

Allâhümme yâ Hâdî / Âsân eyle yolumuz!
Sehhil ubûra’l vâdî / Tiz geçir tut elimiz!

Yâ Rab fazl u cûd ile / Kemâl-i şuhûd ile
Hakkânî vücûd ile / Islâh eyle hâlimiz!

(Yayınlanma Tarihi : 03.07.2024  -  Sohbetin tamamını okumak için tıklayınız)

 

 

 

 

MİSYONERLİK (2. Bölüm)

Misyonerlik, sadece dinsel bir faaliyet değil kültürel, siyasal ve ekonomik boyutları olan bir emperyalizmdir. Misyonerliğin kültürel boyutu, ulusal dilin ve dolayısıyla kültürlerin eğitim öğretim yaşamından çıkarılarak yerine küresel dil safsatası ile yabancı dilin konulmasıdır. Nitekim ülkemizde devlet, Türkçe yerine İngilizce eğitim yapan Anadolu liselerini açmıştır. Bu okulları Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu misyoner okulları olarak tanımlamaktadır.

Misyonerliğin siyasal boyutu ise, Ulus devletlerin ortadan kaldırılarak küresel dünya imparatorluğunun kurulmasıdır. Nitekim çok uluslu şirketler, İstanbul başkent olmak üzere bir dünya devleti kurma projesi üzerinde çalışmaktadırlar.

Misyonerliğin ekonomik boyutu olan Küreselleşme ise, kapitalizmin yeni ve vahşi bir versiyonudur. Kapitalizmin temeli de Protestanlıktır. Çünkü Protestanlıktaki rasyonel olma, tutumlu olma ve dünyevi işe dini ve ahlaki değer verme gibi prensipler günlük sosyal ve ekonomik hayata uygulanınca kapitalizm doğmuştur. Bu bağlamda ulusal ekonomilerin zenginlikleri özelleştirme adı altında elden çıkarılarak, çok uluslu şirketlere satıldıkları görülmektedir. Bu ise kapitalizmin gereği çok uluslu şirketlerin dünyanın kaynaklarına el koymaya başladıklarını göstermektedir.

Kasıtlı olarak veya bilmeyerek Türk halkının inancına saldıranlar, farkında olmasalar da misyonerliğe hizmet etmiş olmaktadırlar. Çünkü Türk halkının inancında meydana gelebilecek bir inanç boşluğunu doldurulmasını Hıristiyan misyonerleri sabırsızlıkla beklemektedirler. Çünkü din inancı, toplum için doğal bir ihtiyaçtır. Bu sebeple Eski Sovyetlerde din yasaklandığı için Rus köylülerinden bazıları putlara tapmaya başlamıştır.

Hıristiyan misyonerleri, ülkede yaratılan manevi boşluktan yararlanarak faaliyetlerini yoğun bir şekilde yürüterek büyük başarılar sağlamışlardır. Bazıları “ne olacak sanki bir grup insan da varsın Hıristiyan olsun, kime ne zararı var” diye düşünebilirler ve bu düşünce, görünüşte hepimize akla uygun da gelebilir. Fakat bir süre sonra Hıristiyan olanların sayıları milyonlarla ifade edilmeye başladığında Batılılar, Türkiye’de Müslüman-Hıristiyan çatışmasını başlatabilirler. Çünkü onlar hâlâ Türklerin Anadolu ve İstanbul’u almasını hazmedememişlerdir.

Bir çeşit sömürgecilik olan misyonerliğin bu kadar yol almasında hiç şüphesiz AB’ye uyum yasalarının büyük rolü olmuştur. Ulus devletini tasfiye etmek amacı taşıyan Batı, bu yasaları Türkiye’ye karşı bir psikolojik savaş aracı olarak kullanmaktadır. Bazı ilahiyatçılar Kur’an’da açık olmayan ayetler olduğunu ileri sürerken, bazıları Kur’an’ın Hz. Peygamber (sav)’in ağzından çıkan sözler olduklarını ileri sürmektedirler. Medyada birbiri ile çelişen birçok ilahiyatçı açıklamaları ile Müslümanların kafalarını karıştırılmaya çalışılmaktadır. Bu bir misyonerlik taktiğidir. Müslümanların bu türlü oyunlara karşı daima uyanık olmalıdır. Bunların bir kısmının İslam’ın temel kaynaklarından ikincisi olan hadisleri inkar ettikleri görülmektedir. Ayrıca “Horozdan kurban kesilmesi, cinsel ilişki ile oruç bozulması” gibi akla, mantığa ve bugüne kadar İslam anlayışına uygun olmayan düşünceleri dile getirmekte ve medya bunu, toplumun inancını rencide etmek bağlamında zevkle ve alaycı bir tavırla ele almaktadır. Ayrıca medyatik ilahiyatçılardan birisi Moon tarikatı ile ilişkisi olduğunu bir programda itiraf etti.

Türkiye'nin coğrafi konumu, Asya ile Avrupa'yı birbirine bağlayan bir alanda yer alması, zengin yeraltı ve yerüstü kaynaklarına sahip olması, dünyanın değişik medeniyet ve kültürlerine beşiklik yapmış bir bölgesinde bulunması, yüzyıllardan beri çeşitli tehditlere maruz kalmasına vesile teşkil etmektedir. Bir başka deyişle jeopolitik ve jeostratejik açıdan önemi yüzünden bölgede menfaati olan ve dolayısıyla Türkiye'nin güçlenmesini istemeyen çevreler tarafından her yol denenerek ülkemize yönelik örtülü ve sinsice yürütülen pek çok faaliyetin sürdürüldüğü bilinmektedir. Bu tehlikelerden biri de Türkiye'de yüzyıllardır yürütülen misyonerlik faaliyetleridir. Önceleri dini gayelerle başlayan bu faaliyetler, daha sonra ait oldukları ülkelerin emperyalist gayelerini gerçekleştirmek için siyasi, sosyal, kültürel ve ekonomik nüfuz sağlamanın yollarından biri olarak kullanıldı. Söz konusu amaçlarını gerçekleştirebilmek için gittikleri toplumları kendi dinlerinden, dillerinden ve kültürlerinden koparmanın yollarını deneyen misyonerler takip ettikleri metotlarla kültürsüzleştirdikleri toplum üzerinde etkili olmaya çalışırlar. Böylece kültür emperyalizminin öncülüğünü yapan misyonerler ortaya çıkan boşluktan yararlanarak kendi din, dil ve kültürlerini yerleştirmek için çaba sarfederler. Bunun için en fazla eğitim ve öğretim kurumları ile sağlık kuruluşlarını kullanmışlardır. Açtıkları bu kurumlarda yürüttükleri çalışmalarla Osmanlı toplumundaki etnik ve dini bakımdan farklılıklar gösteren unsurların bağımsızlık hareketlerine zemin hazırladılar. Eskiden olduğu gibi günümüz Türkiye’sinde de gerek anılan kurumlarda verilen eğitim yoluyla gerekse yasal olmayan yollardan ülkeye soktukları yayınlarla misyonerlik faaliyetlerine gizli, açık ya da örtülü olarak devam edildiği görülmektedir. Bu tür etkilerden kurtulabilmek için toplumun her kesiminin gerek eğitim ve öğretim kurumları vasıtasıyla gerekse kitle iletişim araçları yoluyla gerekli bilgilerle aydınlatılması ve söz konusu faaliyetlerin kontrol altında tutulmasında yarar vardır. (Prof. Dr. Ayten Sezer)

Tehlike büyüktür. Toplum olarak kültürümüzü ve dini inançlarımızı Batı emperyalizmin musallat olmasından korumalıyız. 1000 yıldır toplumumuzun birliğini ve bütünlüğünü, bağlı bulunduğumuz İslam dininin temel ilkeleri ile sağladık. Bu yüzden her devirde bağımsızlığımızı elde edebildik. Bu yolda nice zaferler elde eden ülkemiz bundan sonra da aynı inanç ve ilkelerle yoluna devam ederek, Batı misyonerliğinin ülkemizde hezimete uğramasına çalışmalıyız.

Ümit ve dua ediyoruz ki, Allah Teâlâ bu topraklar üzerinde İslam dinini ve Türk Milletini kıyamete kadar devamlı payidar kılacaktır. Bu topraklar üzerinde, İslam’ın ve Milletimizin gücü, İslam’a ve Türklüğe düşman olanlara karşı daima muzaffer olacaktır. Bu konuyla ilgili bütün münafık, sahtekar ve düzenbazlar bertaraf edilecektir. Ülkemiz bütün insanlık için, daha önce olduğu gibi, huzur ve barış yuvası olacaktır.

(Yayınlanma Tarihi : 25.06.2024  -  Makalenin  tamamını okumak için tıklayınız)

 

Eski Yayınlanmış Makale ve Yorumların Özetlerini 

Özetler  Sayfamızdan okuyabilirsiniz

Hadis  Şerhleri

1. Bölüm                    Oku

2. Bölüm                    Oku

3. Bölüm                    Oku

4. Bölüm                    Oku

5. Bölüm                    Oku

6. Bölüm                    Oku

E -  Kitaplar

Üç Güzellik                       Oku                        

Tasavvuf ve Fizik             Oku

Bir Gerçek Veli                 Oku

Sosyal Medyada Sohbetler-

1.Bölüm                             Oku

Sosyal Medyada Sohbetler– 2.Bölüm                             Oku

Sosyal Medyada Sohbetler-

3.Bölüm                             Oku

Sosyal Medyada Sohbetler

4.Bölüm                             Oku    

40 Hadis-i Şerif                 Oku

İslâm Ahlâkı                      Oku

Tasavvuf Sohbetleri

Bölüm 1                             Oku

Tasavvuf Sohbetleri

Bölüm 2                              Oku

Tasavvuf  Sohbetleri

 Hayat ve Ölüm             Oku

 Ruh Nedir ?                   Oku

 Nefs Nedir ?                  Oku

 Kalbin Hikmeti ve Sırları  Oku

 Akıl Cevheri                   Oku

 Sevgi - Muhabbet         Oku

 Besmele’nin Sırları        Oku

 Fatiha’nın Sırları            Oku

 Tecellilerin Hakikati      Oku

Allah Teâlâ’nın Zât ve Sıfatlarının Tecellileri                   Oku

Esmâ-i Hüsnâ                  Oku

Nur  Tecellileri                 Oku

İnsanın Halife Olmasının

Hikmeti                             Oku

Arif  Kimdir ?                    Oku

İnsanın Kendini Bilmesi   Oku

Marifetullah ve

Muhabbetullah                 Oku

Nefsin Özgürlüğü ve

Ruhun Özgürlüğü              Oku

Ramazan Ayının Fazileti   Oku

Tasavvufta Hikmet

Makamı                                Oku

Namazın Sırları ve

Güzellikleri                           Oku

Sufilerin Namaz

Hakkındaki Görüşleri         Oku

İbn Arabi (ks) Hazretleri    Oku

Vahdet-i Vücûd                   Oku

Vahdet-i Vücûd ve

Vahdet-i Şuhûd                   Oku

Hakikat Arzı                         Oku

Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî   Oku

Şeb-i Arus (Düğün Gecesi) 

Oku

Yunus Emre (ks)                 Oku

Şeyh Galib ve İnsanın Değeri  Oku

Hüsn ü Aşk                          Oku

Su Hayatın Sırrıdır              Oku

Su Kasidesi                           Oku

İsmail Hakkı Bursevî (ks)   Oku

Hacı Bayram-ı Velî (ks)       Oku

Hacı Bayramı Velî’nin

Şiirleri                                    Oku

Hacı Bayramı Velî’nin

Tasavvuf Eğitimi                   Oku

Aziz Mahmud Hüdaî (ks)    Oku

Aziz Mahmud Hüdaî (ks)

Hazretlerinin Menkibe ve

Şiirleri                                     Oku  

Ana Sayfa

Hakkımızda

Makaleler

Yorumlar

Özetler

Hadis Şerhleri

Tasavvuf

Sohbetleri

E - Kitaplar

Bize Ulaşın

İngilizce